Skip to main content

”..Bu hayâle uyur Bursa her gece”


Muayyen bir devrin malıdır Bursa. Uğradığı değişikliklere, felaketlere, ihmallere rağmen hep kuruluş çağının havasını saklar, onun arasında bizimle konuşur, onun şiirini teneffüs eder Tanpınar’ın ifadeleriyle. Nitekim Evliya Çelebi de Bursa’dan bahsederken ”Ruhaniyetli bir şehirdir” der.
Bu şehir bir rüya ve bir zaman şehridir. Bunu, bir seyyah olarak Bursa’yı Tanpınar eşliğinde gezerken idrak etmiş, meseleyi bir de doğma büyüme Bursa’lı olan bir dostumla mülahaza etmek istemiştim. Kendisi bana Bursa’da zamanın bazı noktalarda yavaşladığını, bazı noktalarda durduğunu ve bazen de geriye gittiğini anlattı. ”Şehrin öyle yerleri vardır ki gürültüler oraya erişemez, orada yalnız kuş sesleri vardır” dedi. Belki Tanpınar’ın Beş Şehir kitabında, dört şehri tabeladaki ismiyle anıp Bursa bölümünü aynı addaki şiiri ”Bursa’da Zaman”la nitelendirmesi bundandı.

Keçeci Fuad Paşa Bursa’yı ”Osmanlı tarihinin dibacesi” diye tanımlarken Tanpınar da akabinde Bursa’ya her gidişinde kendini efsaneye çok benzeyen bir tarihin içinde bulduğunu, zaman mefhumunu kaybettiğini, bu şehre ilk defa giren ve onu yeni baştan bir Türk şehri olarak kuran dedelerimizin yaşayışındaki halis tarafa hayran olduğunu anlatır. Bu şehirde bir devre ait olma keyfiyetinin çok kuvvetli olduğundan dolayı insanın ”Bursa’da ikinci bir zaman vardır” diye düşünebileceğinden bahseder. İlki yaşanılan zaman ikincisiyse onun yanı başında ondan çok daha başka, çok daha derin, takvimle saatle alakası olmayan; sanatın, ihtirasla, imanla yaşanmış bir hayatın ve tarihin bu şehrin havasında ebedi bir mevsim gibi ayarladığı velut ve yekpare bir zaman.

Tanpınar bu ikincil zamanı anlatmaya şöyle devam eder:

”Kaç defa uzun ve başıboş bir gezintiden sonra otelime dönerken bilmediğim bir tarafta ince bir zarın, sırçadan bir kubbenin birden bire çatlayacağını ve bu altta birikmiş duran zamanın, etrafındaki manzaraya, zihnimdeki hatıralara ait zamanın, bugüne yabancı binbir hususiyetle, bendini yıkmış büyük sular gibi dört yanı kasıp kavuracağını sanarak korktum. Bursa’yı layıkıyla tanıyan herkes bu vehmi benimle paylaşır sanıyorum; bu şehre tarih, damgasını o kadar derin ve kuvvetle basmıştır. O her yerde kendi ritmi, kendi hususi zevki ile vardır, her adımda önümüze çıkar. Kâh bir türbe, bir cami, bir han, bir mezar taşı, burada eski bir çınar, ötede bir çeşme olur ve geçmiş zamanı hayal ettiren manzara ve isimle, üstünde sallanan ve bütün çizgilerine bir hasret sindiren geçmiş zamanlardan kalma aydınlığıyla sizi yakalar. Sohbetinize ve işinizin arasına girer, hulyalarınıza istikamet verir.”

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde ”Kelimeler, isimler ve onlara inanmanın saadeti” diyen Tanpınar yukarıdaki pasajın devamında dil ile rüyanın, rüya ile şehrin buluşmasını da şu satırlarla ifade eder:

”Bu cins tesadüflerin en şaşırtıcısını isimler yapar; dil dediğimiz asıl manevî insanı vücuda getiren büyük kaynaktan geldikleri için mi nedir, onlar bize etrafımızı alan tılsımın bütün sırrıyla zengindirler. Bu adları bir kere öğrendiniz mi artık unutamazsınız, tenha saatlerinize küçük ve munis rüyalar gibi sokulurlar, sizi kendileriyle ülfete, esrarlı mahfazalarını zorlamaya, gizledikleri sırları tanımaya ve tatmaya mecbur ederler. İster istemez sayarsınız: Gümüşlü, Muradiye, Yeşil, Nilüfer Hatun, Geyikli Baba, Emir Sultan, Konuralp… Bunlar hakikaten bir şehrin muayyen semt ve mahalle adları, yahut tıpkı bizim gibi bir zaman içinde yaşamış birtakım insanların anıldıkları isimler midir? Hepsinin mazi dediğimiz o uzak masal ülkesinden toplanmış hususî renkleri, çok hususî aydınlıkları ve geçmiş zamana ait bütün duygularda olduğu gibi çok hasretli lezzetleri vardır. Hepsi, insanı hayat ve zaman üzerinde uzun murakabelere çeker, hepsi, zihnin içinde küçük bir yıldız gibi yuvarlanırlar ve hafızanın sularında mucizeli terkiplerinin mimarisini altın akislerle uzaltıp kısaltarak çalkalanırlar.”

Birinci bölümün devamında Tanpınar, isimlerle vakaların arasında bulunan sihirli irtibatı Bursa’nın kendine özgü kelimeleriyle anlamlandırır. İkinci bölüme geçince ise okurun karşısına Bursa’yla özdeşleşmiş birtakım çocukluk hatıraları, hemen ardından elbette yine kelimeler, isimler çıkar ve tabii onlara inanmanın saadeti de…

”..Geyikli Baba’nın üstünde yalnız bir postu elinde seksen okkalık taşla Bursa kapılarını zorladığı aklıma gelmezdi. Sadece adı söylenir söylenmez gözümün önünde acayip nakışlı bir seccade serilir ve ben kendimi, dinlemediğim bir masalın kapısında görürdüm. Arkasında ne vardı, hangi meçhul çözülür, hangisi onun eşiğine atlayana bir altın elma gibi uzanırdı? Bunu bilmezdim. Çocukluğunda olduğu gibi, şimdi de Muradiye’den Çekirge’ye giden yolun bir tarafında , Sadece su seslerinin aydınlattığı bu ıssız gece saatinde gene onları düşünüyorum; kimde bu geyikli baba? Nasıldı? Etrafında toplanan saf imanlı insanlara neler öğretirdi? Ömrün hangi meçhulünü, ruhun hangi düğümünü onlara çözmüştü? Bu hizmetten bize neler kaldı? Sonra bu Konuralp kimdir? Hiç sevmiş miydi? Nelerden hoşlanırdı? Bursa Ovası’nda her baharda açan nergislere bakarken ve her akşam uzak dağların üstünde batan güneşi seyrederken neler düşünürdü? Hulâsa, Bu yeni fethedilmiş şehirde ilk attığı adımların aksini adlarından dinlediğimiz bütün bu kahramanlar nasıl insanlardı?


Adların şiir ve cazibesi… Hayalinizi peşi sıra sürükleyip götüren, acayip ve esrarlı mevcutlar: birden bire zihnimizde rüya ile hareketin elele yürüdüğü çağların hikayesini terennüm eden çeşmeler… Siz, mazi dediğimiz ıtrı bize zaman içinde uzatan altın, gümüş, billur mahfazalarsınız. Ruhumuzun en sanatkar tarafı muhakkak ki sizin hulyanızla beslenen taraftır.”

Zihnimde bu satırlarla Bursa sokaklarını yürüdüğümde, kendimi şehrin hülyalarına kapılmış buldum. Tanpınar’ın tarif ettiği bu müthiş zaman örgüsünün içinde, ikincil zamanın kovuğundaydım. Bir an Geyikli Baba karşıma çıkıyor, hemen sonra Osman Bey’in yaktığı kandillere rastlıyordum. Bir varlığın içinde kaybolmuş ve o varlıkta kendimi bulmuşken bu hale bir Tanpınar şiiri eşlik etti:

”Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim”

Tanpınar ”Bu hayale uyur Bursa her gece” derken insan, bir an için tarihin bütün canlılığıyla yaşadığı bu şehirde herkes uyurken padişahların, şehzadelerin, şeyhlerin, müritlerin dolaştığına inanıyordu. Osman Bey bu kez, Tarık Buğra’nın Osmancık romanından çıkıyor: ”Oğul, ben öldüğüm vakit, beni Bursa’da, şu Gümüşlü Kubbe’nin altına koy” diyordu.

Yazının 01/06/2020 tarihinde yayınlanması planlanan ikinci bölümünde görüşmek üzere. Sağlıkla kalın…

Yazarımız Betül Aksakal’a teşekkürlerimizle.

Yanıt Bırakın