Ne zaman uzaklaşmak istesem kendimden ilk yaptığım şey fotoğraf makinemi alıp sokaklara çıkmak olur. Benim de bir parçası olduğum dünyanın nasıl da benim nasıl hissettiğime aldırmaksızın döndüğünü kendi gözlerimle görmek ve o anları ölümsüzleştirmek için. Her şeyi ağırdan alırım o günlerde. Bilmediğim sokaklarda yürümeyi, parkların banklarında oturup çocuklarını sallayan anne-babaları izlemeyi, muhakkak sokak kedilerini sevmeyi. Hele bir de yakalayabildiysem birkaç kare fotoğraf, işte o zaman daha iyi hissetmeye başlarım. Daha çok yürümek, daha çok keşfetmek isterim.
Defalarca bu gezilerde bana en çok iyi hissettiren şey ne oluyor diye düşünmüşümdür. Keşfetmek mi mesela? Çünkü çektiğim fotoğraf kareleri ve yaptığım bu yürüyüşler ile hep bir şeyleri keşfettiğimi hissetmişimdir. Bazen yanımdaki bankta oturan birinin bakışında, bazense dalıp gittiğim düşüncelerimde. Ama aynı zamanda durup dinlenmek ve mümkün olduğu kadar geçmiş ve gelecekten uzaklaşıp şimdide olmak da olabilir en çok iyi gelen şey bana. Cevapta bu hislerin ve bu düşüncelerinin hepsinden biraz var galiba. İnsan kendiyle fazlaca zaman geçirdikçe cevapların basitliği değil de karmaşıklığı daha çok tatmin edici oluyor diye düşündüğümden fazla da kurcalamayacağım şimdi. Keyfini çıkarmak istiyorum sonsuz cevapların. Peki, ne mi düşünürüm genellikle alıp başımı çıktığım yürüyüşlerde? Eskiden hayatın bensiz dönme ihtimalinin çok korkutucu geldiğini, özel olmak istediğimi. Şimdi ise bir şeylerin farklı oluşunu… Yani kendimden uzaklaşmak isterken yine kendimi düşünüyorum. Ama farklı bir şekilde bu defa…
Bu yürüyüşlerde fotoğraf çekmenin önemi ne mi? O fotoğraflara baktığım zaman tam da onları çektiğim anlara gidebilecek olmanın güzelliği. Özellikle de her seferinde farklı biri olarak bakabilecek olmak o fotoğraflara. Zaten fotoğraf biriktirmemizin nedeni de bu değil midir? Yaşadığımız anları tekrar tekrar yaşama isteği.
(Fotoğraf; bana ait, 2015- Eminönü- Kadıköy Vapuru-Analog)