Skip to main content

Ellerin, yüzlerin, emeğin, işçinin, alın terinin ressamı, Güzide Hanım’ın aşkı, Nazım’ın yoldaşı, Yaşar Kemal’in dostu,  Şair Arif Dino’nun kardeşi, yazar, çevirmen, sanat tarihçi, illüstratör, dekoratör, film yönetmeni, editör, oyun yazarı, şair, seramikçi, karikatürist gibi kimliklere sahip çok yönlü bir kültür insanı. Fakat bir türlü mutluluğun resmini çizemeyen Abidin Dino…


23 Mart 1913’te İstanbul’da oldukça varlıklı bir ailenin beşinci çocuğu olarak doğdu. Kendi tanımıyla annesi Saffet Hanım, ‘’biraz kibirli, İstanbul hanımefendisi.’’ Fakat inanılmaz güzellikte elleri olduğunu söyler. Babası Rasih Dino ise, Divan-ı Muhasebat Müdürü. Abidin Dino, onun çok cömert olduğunu fakat bazen aşçıyla bir pırasa için bile kavga edip, kıyamet kopartabildiğini söyler. 

Abidin Dino aslında çocukluğunu şu şekilde anlatıyor: ‘’Eşyalarla sözcükleri birbirine bitiştirmek, uyanıklıkla uykuyu bağdaştırmak, küçükle büyüğü ayırt etmek, daire ile yuvarlağın bir aradalığına katlanmak… Yaşlıların bebekten bekledikleri sahteliklere zorlanmak, bebekliği taklit etmek, acayip söz kırıntıları yumurtlamak, ufacık olmanın çaresizliği içinde “ciciliklerine”, olur olmaz öpücüklerine, evirip çevirmelerine, soyup giydirmelerine katlanmak… Elden ne gelir, olsa olsa ciyak ciyak ağlamak bu zorlamalara karşı… Erken, çok erken başlayan var olmanın şaşkınlık duygusu. Gündüz gece sevinçle korku karması, renkler, düşler, kokular, yemek, işemek, gülmek, hepsi birden ne zor! Kendi kendinin, kendiliğin bedenin sınırlarına alışmaya çalışarak… İç orada başlıyor, dış? Neresi acıtıyor, neresi yakıyor, neresi sevdiriyor eli? Yaklaşa yaklaşa, duyula duyula, koklana koklana, evdeki koltuklara çarpa çarpa, acı duyula duyula benliğe sınır çizmek. Çarpa çarpa. Dünyaya gelmek dünyadan gitmek kadar zor. Çok sonra bilecektim ki, doğumla ölüm bir ikiz.’’ 

Abilerine oldukça düşkün olan sanatçı, onların evde hep karikatür çizdiğini söylüyor. Dönemin ünlü karikatüristleriyle 10-11 yaşlarında tanıştı ve çizmeye başladı. 1920’li yıllarda Paris’e taşındılar. Burada Jean Baptiste Say Lisesi’ne gitti ve resim öğretmeninin ilgisiyle, resme daha da ağırlık vermeye başladı. Çok geçmeden Türkiye’ye döndüklerinde ise, Mevlevi tarikatına mensup hat ustası komşusundan etkilenerek, Osmanlı minyatürlerine ve hat sanatına çok ayrı bir hayranlık duymaya başladı. ‘’Hayatım boyunca yolumu çizen o oldu’’ diyor Abidin Dino, bu hayranlığı için. Tabi İstanbul’da yaşamaya başladıktan sonra, Bizans’ı tanıdı. Bizans’ı, fresklerini, mozaiklerini… Öyle doyumsuzdu ki, Bizans yüzlerini görebilmek için ara ara Ayasofya’nın içindeki iskelelere tırmanıyordu. Fakat yine de bir hat sanatı değildi onun için. Abidin Dino, bu süreçte çizmeye hep devam etti. Sonunda ise hepimizin bildiği D Grubu’nu kurdular birkaç ressamla birlikte. Bu sayede ilk kez halkın karşısına sanatıyla çıkmış oldu. Aynı zamanda bu genç yaşlarında bir yandan gazetelerde röportaj yaparken diğer yandan karikatür çizmeye devam etti. Henüz politik görüşlerinin oturmadığı fakat yavaş yavaş tanınmaya başladığı dönemlerde ‘’az buçuk faşist’’ dediği Marinetti ile tanıştı. Tanıştığı kişiler arasında en önemli kişi onun için Nazım Hikmet’ti. Onun kişiliğine ve cesaretine büyük hayranlık duyuyordu. Çünkü o eleştiren ve başkaldıran biriydi ve bu istek o dönemde Abidin Dino’nun da içindeydi. Abidin Dino, Nazım’ın ‘’Sesini Kaybeden Şehir’’ isimli kitabını resimleyen ilk ressam oldu. Nazım’ın politik yolu, onu hiç korkutmadı, uzaklaştırmadı. 

Eserlerinden bahsederken, ellere olan takıntısını da atlamıyor. Kendisi de dahil ailesindeki herkesin elleri çok güzeldi. Belki de bu saplantısı bundandır diye düşünüyor. Fakat politik fikirleri oturmaya başladığında, emeği en güzel ellerle anlatabileceğini biliyordu. İlerleyen dönemlerde, dekoratör olarak SSCB’ye gitti. Sol fikirlerle burada tanıştı. Buradan Paris’e gitti. Resim yaptı, film çekimlerinde çalıştı. Eisenstein, Picasso gibi isimlerle yakın dostluk kurdu.

Foto 1 Abidin Dino, Eller (Abidin Dino ve Eller, Doç. Dr. Şemsettin Edeer)

1939’da ise yurda dönerek, Yeniler Grubu’nu kurdu. Buradaki resimlerinde, işçiyi, zorluklarla geçimini sağlayan insanları, köylüleri çizdi. Gerçekçi, halkın yanında, özgün bir duruş sergiledi hem resimlerinde hem yazılarında. Çünkü o, tarafını seçmişti ve söylemişti de: ‘’ Kuşkusuz anti-faşisttim. Emin ve kesin bir şekilde seçimimi yapmıştım. İnançlı bir anti-faşisttim.’’ Tabi bunu bir kenara bırakırsak, Picasso’nun da dediği gibi ‘’doğru dürüst el resimleri çizmeyi bilen’’ bir kendisi, bir de Abidin Dino idi. O, alın terini eserlerinde yaşatmak istiyordu. 1946 yılından bahsederken, Nazım’da, tüm demokrat üniversite hocalarının da içerde olduğunu söyleyip şunu diyordu: ‘’Artık canıma tak etti! Özgür olmak, özgür düşünmek, özgürce dile getirip, özgürce yaratmak istiyorum!’’ Bunun üstüne, seramiklerinin üzerine attığı imzası bile, orağa benzetildiğinden dava açılmıştı komünizm propagandası yapıyor diye. ‘’Orak varsa, herhalde çekiç de vardır diye düşünmüş olmalılar. Böylece, orak-çekiçle komünist propagandası yapmış oluyordum’’ diyordu. Kısacası, Paris sokaklarında öğrenci protestolarının arasında, resim, seramik atölyelerinde, film setlerinde, sürgünde geçen fakat onurlu, üretken bir hayat…

‘’Öyle sanıyorum ki bir oluşumun içindeyiz. Benim yapabildiğim, yaptığımı umduğum, son soluğuma değin yapacağım -ki önümde uzun bir zaman yok, biliyorum- bu birtakım şeylerin yaklaşmakta olduğu duygusunu yaşamak ve yaşatmak. Her zaman felaketleri düşünmemek gerek. En korkunç acılardan sonra tüm bu yaşadıklarımız olağanüstü güzellikte bir yaşama dönüşebilir.’’

Abidin Dino, 1993’da troid kanserinden Paris’te, gözlerini yumdu hayata. Cenazesi ise İstanbul’a getirilerek Aşiyan’daki aile mezarlığına gömüldü. Keşke dolaşsaydın Nazım’la Türkiye’yi, bir baştan bir başa. Keşke yattığınız yerler müze olsaymış, sürgün şehirler cennet… Keşke yapabilseymişsin mutluluğun resmini de buna da ne tuval yetseymiş ne boya Abidin…

KAYNAKLAR

Ferit Edgü, ‘’Abidin Dino/Kısa Hayat Öyküm’’, YKY, İstanbul, 1995. 

Güzin Dino – Abidin Dino Mektupları (1952-1973), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004.

Ed. Emre Demir

3 Comments

Yanıt Bırakın