Skip to main content

             ‘’ Zehretme hayatı bana cananım

           Elemlerle dolu benim her anım

           Kederinle yanıp sönse de canım

           İnan ki ben yine sana hayranım ‘’

 

Kendine has üslubu, konuşma tarzı, tekerlemeleri ve nevi şahsına münhasır sesiyle kimi çevrelerce çok sevilen, kimi çevrelerce sevilmeyen fakat herkesçe tanınan Türk Sanat Müziği’nin en göz önünde sanatçısı. Ülkemizdeki birçok tabuyu aşmasıyla efendi ve kibar tavırlarıyla ülkenin ilk Sivil Paşası olmaya hak kazanmıştır. Bunun yanı sıra güçlü sesi ve yükselen kariyeriyle kendisine Sanat Güneşi lakabı takılmıştır ve bu lakapla da çokça anılır.

6 Aralık 1931 yılında Bursa’da doğmuştur. Babası Kaya Müren müzik yeteneğinin farkına varmış olacak ki ilk derslerini yine Bursa’ da Tamburi İzzet Gerçeker den almıştır.

1946 yılında ilk bestelerini yapmaya başlayan Zeki Müren öğrenimine İstanbul’da devam etmek istediğini söyledi ve babasının da onayıyla yatılı olarak İstanbul Boğaziçi Lisesi’ne kaydoldu.

1949 yılında ünlü bir musiki üstadı olan Agopos Efendi’den ve Udi Kirkor Efendi’den dersler almaya başladı. Sonraki yıllarda Refik Fersan ve Şerif İçli hocalardan fasıl musikisi, Klasik Türk Musikisi ve kuramları üzerine dersler aldı. Yine 1949 yılında İstanbul Radyosu’nda Suzan Güven tarafından ilk bestesi olan ‘Zehretme Hayatı Bana Cananım’ şarkısını okuduğu sırada henüz 17 yaşında bir lise öğrencisiydi.

1950 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi (şimdiki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) ‘nin Yüksek Süsleme Bölümü Sabiha Sözen atölyesinde Yüksek Tahsiline başladı. Aynı yıl İstanbul Radyosunun açtığı bir sınavda 186 kişi arasından birinci seçilerek İstanbul Radyosu sanatçılarının arasına katıldı.

1 Ocak 1951 yılında İstanbul Radyosu sanatçılarından Perihan Altındağ Sözeri’nin aniden rahatsızlanması üzerine yerine konser vermesi için radyoya çağırılan Müren burada 45 dakikalık harika bir konser verdi ve bu konserle musiki kariyeri yükselişe geçti.

Yine o yıllarda TRT Ankara Radyosu Anadolu’da en çok dinlenen radyo idi ve İstanbul Radyosu Anadolu’dan net olarak dinlenemiyordu. Aynı hafta klarnet sanatçısı Şükrü Tunar Müren’i Yeşilköy’deki kendisine ait plak fabrikasına götürerek yine kendi eseri olan “Muhabbet Kuşu” şarkısını plağa doldurttu. Bu plak sayesinde Müren tüm Anadolu’da tanındı.

Bu başarılı ilk konserden ve plak çalışmasından sonra Türkiye radyolarında düzenli olarak eserler seslendirmeye başladı. Radyo programları on beş yıl sürdü, bunların çoğu canlı yayın programlarıydı. Müren bundan sonra kendini daha çok sahne ve plak çalışmalarına verdi. İlk sahne konserini 26 Mayıs 1955 tarihinde verdi. Genellikle kendi dizayn ettiği sahne kıyafetlerini giyiyordu. Saz heyetine tek tip kıyafet giydirmek ve T podyum kullanmak gibi çeşitli yenilikler getirdi.

Maksim Gazinosu’nda aralıksız 11 yıl Behiye Aksoy ile dönüşümlü olarak sahne aldı.

1976’da Londra’daki Royal Albert Hall’da konser vererek bu mekânda sahne alan ilk Türk sanatçı oldu.

Zeki Müren 600’ü aşkın plak ve kaset doldurdu. Plağa okuduğu ilk şarkı Şükrü Tunar’ın “Bir Muhabbet Kuşu” güfteli şarkısıdır. Müren 1955’te “Manolyam” adlı şarkısıyla Türkiye’de ilk kez verilen Altın Plak Ödülü’nü kazandı. 1991 yılında Devlet Sanatçısı seçildi.

300 dolayında şarkı besteledi. On yedi yaşındayken bestelediği “Zehretme hayatı bana cânânım” mısrasıyla başlayan acemkürdi şarkı bestelediği ilk şarkıdır. “Şimdi Uzaklardasın” (suzinâk), “Manolyam” (kürdilihicazkâr), “Bir Demet Yasemen”, “Gözlerinin İçine Başka Hayal Girmesin” (nihavend) güfteli, “Elbet Bir Gün Buluşacağız” gibi şarkıları sık sık okunan, en sevilen şarkılarıdır. Zeki Müren bu şarkıları plaklara da okumuştur.

Zeki Müren hayatı boyunca hiç evlenmedi. 1950’lerin Türkiye’sinde alışılmış kalıpları zorlayan elbiseleri ve sahne davranışı ile halkın ilgisini sürekli olarak üstünde tutmayı başardı. Mesleğe başladığı ilk yıllarda daha sıradan kıyafetler ve saç stilleri taşımasına rağmen ileriki yıllarda kadınsı kıyafetler, saç modelleri ve makyajı ile sahnelerde yer aldı.

Kendisi hiçbir zaman cinsel yönelimi ile ilgili bir açıklama yapmadı fakat 1988 yılında Nokta Dergisine verdiği bir röpörtajda cesur ve net ifadeler kullandığını biliyoruz.

Kendisine yöneltilen soru şu şekildeydi;

-Sanatçı ruhu ve eşcinsellik arasında nasıl bir bağlantı var?
“Eşcinsel anlamında kullanılan “gay” sözcüğünün lugat anlamı “neşeli”.Sanat anlamında dünyanın ünlülerini tetkik ettim. Yüzde 80’i, hatta daha fazlası gay. Demek ki iki ruhu da taşıyor. Ben buna hata demiyorum, ruh zenginliği diyorum…”

“Hem kadın ruhunu, hem erkek ruhunu taşıyıp da bunu rezilliğe dönüştürmemek. Bir Taksim Parkı’nda yırtmaçlı etek giyip 45 numara ayakkabı ile kendini kadın zannederek dolaşmak vardır. Onu da küçük görmüyorum, belki transeksüeliteyi bilmiyorum… Bilmediğim için onları ayıplar gibi, onları nefretle anar gibi olmasın bu lafım.”

“Gay esprilidir. Gay çocuk doğuramaz ama sık sık espri doğurur, şiir doğurur, beste doğurur, heykel doğurur, seramik doğurur, yani güzel sanatların tüm dallarını doğurur, bir enstrüman çalar.” Demiştir.

Bir çok filmi bulunan sanatçının ‘Bıldırcın Yağmurları’ adlı bir de şiir kitabı vardır.

Yaşadığı süre boyunca Türk Müziğine büyük hizmetleri bulunan Paşa hayatının son 6 yılında sahnelerden uzaklaşmış inzivaya çekilmek olarak nitelemiştir. 24 Eylül 1996 günü TRT İzmir Radyolarının kendisi için düzenlediği bir ödül töreninden hemen sonra kalp krizi geçirmiş ve hayatını kaybetmiştir.

Son Söz : ‘’Kimi çevrelerce yaptığı işler beğenilmese de bizler kendisinin ışıltılı ve harika kıyafetleriyle ve en az kıyafetleri kadar parlak kariyeri ,kendine has diksiyonuyla asla unutulmaması gereken büyük bir sanatçı olduğunu düşünüyoruz… ‘’

Yazarımız İbrahim Mercimek’e teşekkürlerimizle.

10 Comments

Yanıt Bırakın