Skip to main content

Birce Yazıcı

Mehmet Ali Uysal
 Askıda Dizisi, (2010)
Polyester döküm ve metal,
200x200x50 cm

Satad’da ilk e-fanzin hazırlama kararı verdiğimizde sevgili Özhan Kakış’ın tavsiyesi üzerine Ankara’daki sanat havasını koklayıp burada neler olduğunu incelemeye başladım. İnceleme yaparken karşıma birçok bilindik galeri adı çıkıyordu. Bu sırada ilginç bir müzeyle karşılaştım. Ve zihnimde eski bir sohbetimiz canlandı: “Ankara’da bir Çağdaş Sanat Müzesi açıldığı söyleniyor” Çağdaş Sanat Müzesi? Hem de Ankara’da? Evet bu o müzeydi,”Müze Evliyagil”. Hemen iletişime geçip sevgili Can Akgümüş’ten röportaj için randevu talep ettim. Bize zaman ayırıp hemen kabul etti.19.02.2017’de bu röportaj için Müze Evliyagil’le tanışmaya gittiğimizde bizi orada Anakara Sergisi bekliyordu. Sarp Evliyagil’in daha önce Menzil adlı bir sergisi olmuş,ardından bunu Müze Evliyagil’le taçlandırmıştı. Şimdi Müze Evliyagil 09 Eylül 2017-04 Şubat 2018 tarihleri arasında 15.İstanbul Bienali Komşu Etkinliği “Ev” ile Ankara’daki sanatseverlerin karşısında.

Büyük bir heyecanla buz gibi bir Ankara Şubat’ında yola koyulduk. Özel bir konuma sahip olan bu müzeye varana kadar epey bir macera yaşadık ve dopdolu enerjik bir şekilde müzeye vardığımızda, sessiz bir arazi içinde, merakı tetikleyen müze binası ve onun çekici bir atmosferiyle karşılaştık. Sevgili Can Akgümüş bizi samimi bir şekilde karşıladı. Sıcak birer kahve eşliğinde müzeyi keşfe çıktık. Röportaj süresinde birçok ziyaretçi geldi ve Can Bey hem onları çok hoş bir şekilde ağırlarken bir yandan da bizimle çok hoş bir röportaj gerçekleştirdi. Hem Sarp Evliyagil Koleksiyonu, hem Müze Evliyagil hakkında hem de sanatla ilgili çok keyifli bir röportaj yaptık. Bize zaman ayırıp kabul ettiği ve misafirperverliği için sevgili Can Akgümüş’e ve bu yolculukta bana eşlik eden sevgili Semir Yapıcı’ya ve teşekkürlerimle..

Bedri Baykam
This Has Been Done Before, (1990)
Tuval Üzerine Karışık Teknik,
150x202cm
Seyhun Topuz
Kırmızı Kare, (2006)
Fiberglas,
200x200x36 cm

Türkiye sanatın birçok evresine ev sahipliği yaparken konu Modern ve Çağdaş Sanatlar olduğunda farklı bir yaklaşım görüyoruz. Kısıtlı ve belirli çevrelerde toplanan galeriler ve özel sergiler dışında pek bir hareketle karşılaşmıyoruz.Uluslararası olarak da dikkat çeken oluşumlar olarak karşımıza Contemporary İstanbul ve İstanbul Bienali çıkıyor ve dünyanın birçok yerinden gelen sanatçıların eserlerinden fragmanlar görüyoruz. Ama bir Modern ve Çağdaş Sanat Müzesi fikri çok ilginç özellikle de bunun Ankara’da olması,

 

-Müze Evliyagil’ in Ankara için bir şans olduğunu düşünüyorum. Kişisel bir girişim. Özel Çağdaş Sanat Müzesi olarak bir ilk. Ankara’da bu açıdan ilk akla CerModern gelse de orada daima bulunan bir koleksiyonla değil,belli dönemlerde gerçekleşen sergilerle karşılaşıyoruz. Bu anlamda aslında bir sergi evi diyebiliriz. Müze olduğundaysa işler değişiyor. Sanat galerilerinden ya da fuarlardan farklı bir köşede yer alıyorsunuz. Çünkü müzede sunduğunuz eserler seyirciler için eğitici ve anlatıcı olmakla beraber onlara eserleri içselleştirme imkanı da veriyor. Müzenin böyle bir duruşu var.Müzede hareket alanı daha geniş oluyor. Bunun yanında daha ağır işleyen bir yapıya sahip.

 

Sarp Evliyagil dediğimizde karşımıza genç ve başarılı bir iş adamı çıkıyor. Ve aynı zamanda sanat merakını büyük bir koleksiyonla,koleksiyonunu da bir müzeyle taçlandıran bir koleksiyoner.Burada genelden farklı bir şey görüyoruz. Koleksiyonerlerin çoğu ellerindeki kıymetli parçaları evlerinde,iş yerlerinde kendi hayatlarına eklemlendiriyor ve bu eserlerle yaşıyorlar. Eserleri konusunda paylaşımcı değiller. Yani halka,sanat severlere mal etmiyorlar ve ellerindeki eserleri bilmiyoruz açıkçası. Sarp Bey’in burada yaptığı özel bir iş,hem sanat meraklıları hem de sanatı bir çok açıdan meslek edinen bizler için değerli bir girişim,

 

-Sarp Bey’den ve diğer koleksiyonerlerden dinlediğim, duyduğum kadarıyla, bir koleksiyon edinmeye başladığınızda koleksiyonunuzla ilgili düşünmeniz gereken başlıklardan birisi, onu nerede muhafaza edeceğiniz. Yani ilgilenip sahip olduğunuz eserleri  evinize, iş yerinize koysanız da bir süre sonra sayıları arttıkça depolarda biriktirmeye başlıyorsunuz. İyi şeyler biriktiriyorsunuz ve sonra da sahip olduğunuz o eserler zamanla gözünüzden uzak kalıyorlar, tekrar görünce aynı heyecanla “Bu da buradaymış” diyorsunuz. Burada farklı olan,gösterme isteği. Çünkü biriktirip muhafaza etmek kadar göstermek de önemli bir edim. Bunu sanat için ele aldığımızda da, müzeler sanat üretimini garantileyen sanat kurumlarıdır. Müzelere gittiğimizde insanların yüzyıllarca önce verdikleri eserleri burada koruma altında inceliyoruz. Yaşadıklarına ve yaşadıkları çağa karşı verdikleri tepkileri görüyoruz. Bu bundan önceki yüzyıl için nasıl geçerliyse, bundan sonraki yüzyılda da böyle olması için, böyle bir istekle, Sarp Bey bir böyle girişimde bulundu.

 

Peki neden özellikle Modern ve Çağdaş Sanat? Ülkemizde yine genel bir algı olarak koleksiyonerlerin zevkleri ve yöneldikleri dönemler daha erken dönemler olur. Modern Sanatı içselleştiren açık bir görüşle ise pek sık karşılaşmıyoruz.”Böyle bir yönelim var mı?” diye baktığımızda ise Menzil’le karşılaşıyoruz. Peşi sıra burası geliyor,

 

-Tabii ki bu ilgi ve yönelimle alakalı öncelikle. Bunun yanında Sarp Bey bu koleksiyonu hazırlarken birikimi ve ilgili olduğu Modern ve Çağdaş Sanat’ı bir süre sonra insanlarla nasıl paylaşabiliriz sorusuyla karşılaştı. Tabi bu yolda dostlarının da desteğini belirtmek gerekir. Sevgili Deniz Artun ve Ali Artun’un hem bu koleksiyonun oluşumunda hem de koleksiyonun izlediği yolda büyük payı var.

 

Biz burada koleksiyonun bir kısmını görebiliyoruz. Koleksiyonun sergilenmesinin devamı gelecek mi?Ya da müze farklı sergilere -ulusal ya da uluslararası- ev sahipliği yapacak mı?

 

-Bu, sürekliliği olan, gelişen bir koleksiyon. Bu sergiyle sınırlanan bir çalışma değil, devamı gelecek. 300’ün üzerinde eserden söz ediyoruz, burada sergilediğimiz şu an 85 eser var. Bu eserler Temmuz ayına kadar sergilenmeye devam edecek. Anakara’nın tanıtım metnindeki şu kısmı çok seviyorum; “Anakara bir ilk sergidir;belki de zamanla sarsılacak,depremlerle çatlayacak pek çok adaya bölünecek ya da başka kara parçalarıyla birleşecektir.”

Diğer sergiler içinse, bir sergiyi hareket ettirmek çok emek isteyen bir iş. Uzun mesafeler söz konusu olduğunda da eserlerin korunması, sigortası, gümrük işlemleri gibi birçok durumla karşı karşıya oluyorsunuz. Keşke olsa, ama şu an buradaki ödevlerle yoğunlaşmış durumdayız.

Necla Rüzgar
Sol Yarımküre, (2013)
Demir konstrüksiyon, metal levhalar, pleksiglas küre, kuş tüyü, kumaş, ayakkabı, bıçak, polyester, yağlıboya, vernik
200x182x72 cm

 

Müze Evliyagil’i araştırırken önce bir “ilk adım” olarak Menzil sergisiyle karşılaşıyoruz.Menzil’den Anakara Sergisi’ne varan yolculuğunuzdan bahseder misiniz?

 

– Menzil, bu yolun başlangıcıydı. Koleksiyonun ilk tanıtımı, bu yolun ilk adımıydı. 24 Mayıs-24 Ağustos 2013 tarihleri arasında sergilendi. Anakara ise bundan çok farklı bir yol izledi. Anakara, Müze Evliyagil’ in ilk sergisi. Ekim 2016’da açıldı. Aynı şekilde ikisi de bir koleksiyondan oluşmuş sergiler ama burası “Ankara’ya vaat edilmiş” bir sergi. Ankara’nın kısırlığı içinde doğmuş olan yeni bir oluşumun kutlaması. Sarp Bey’in bu girişiminin ve buradaki sanatçıların bir araya gelmesinin ortak paydası belki de bu. Burada gördüğünüz eserler çok kıymetli sanatçıların eserleri ve Türkiye’deki özellikle Çağdaş Sanat koleksiyonu yapan kişilerin koleksiyonlarında var olan isimler. Fakat bunlar koleksiyondalar. Bu örnekleri İstanbul Modern’de de görebilirsiniz, Elgiz Müzesi’nde görebilirsiniz ancak görebileceğiniz bu örnekler de İstanbul’da. Ardından da burası geliyor. Ankara’da ve buraya özel hazırlanmış bir sergi. En önemli noktası bu bence.

 

 

Evet,Sarp Bey’in bir röportajında görüyoruz bunu, “Ankara insanını kaybediyor” diyor ve çok haklı. Bu ilgi ve meraka sahip olan insanlar İstanbul’a gidiyor. Ankara’da böyle bir girişim,çok değerli

 

-Evet, buranın kişisel girişimle açılmış bir müze olması Ankara için çok önemli. Biz buradayız artık diyoruz, yeni işler doğuracağız diyoruz. Ve burada herhangi bir devlet desteği ya da ticari kaygıdan da bahsetmiyoruz. Genelde müzelerin giriş ücreti olur, burada yok. Bizim için önemli olan insanların buraya gelmesi. Onlara ikramlarda bulunuyor, iyi ki geldiniz diyoruz. Ayrıca bu gibi girişimler de iradesi olan insanları tetikliyor. Bu açıdan da önemli. Başta da söylediğim gibi,burası Ankara için ulvi diyebileceğimiz bir şans.

Anakara Sergisi’ni edebiyatla harmanlamışsınız. Eserlerin yanında bizi karşılayan hoş bir atmosfer oluşturmuşlar. Metinler ve eserleri yan yana görmek heyecan vericiydi. Biz alışkınız sanat tarihinin incelediği bazı dönemlerde edebi terim ve öğeler karşımıza çıkar. Ayrıca incelediğimiz dönemi ve yaşayış tarzını anlamamız için de bize önemli ipuçları verirler. Şimdi bunları burada birarada canlı olarak görüyoruz,bu müzede buna hayat vermişsiniz. Bu fikir nasıl canlandı? Nasıl bir seçimle ilerlediniz?

-Bu, sevgili Deniz Artun’ un fikriydi. Serginin tüm kavramsal çatısını oluşturan kendisi. Sanatın hiçbir dalını birbirinden ayırmamız mümkün değildir. Dönemin hissiyatı bu dönemde yaşayan sanatçıların ruhuna ve onların eserleri olan edebi eserlere, tablolara, heykellere ve -19.yy’la birlikte buna fotoğraf da dahil- fotoğraflara yansıyor. Bunları ortak potada erittiğimizde zaten dönemi daha iyi anlayıp, yorumlayabiliyoruz. Bu sergide edebiyat, serginin tutkalı rolünde aslında. Metinler, yanlarındaki işlere sıçramış ve o işlerden parçalar da metinler içinde geçiyor. Sergide yer alan edebiyat, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sevgi Soysal, Barış Bıçakçı gibi yazarların eserleri yanında dönem sanatçılarıyla da paslaşıyor.

Ülkemizde maalesef sanatı içselleştiremediğimiz için ve sanatı topluma yerleştiremediğimiz için kişiler büyük resmi kaçırıyor. Yönelim sanatın bir ya da birkaç alanına oluyor,kimi eğitim alıp sanatçı oluyor,kimi sanat eğitimi alıyor,kimi sadece edebiyatla ilgileniyor ama bu dönemleri tam anlamıyla kavramaya yetmiyor açıkçası. Bu sebeple de sadece sanatın parçalarını yaşıyorlar.Bunların aslında bir bütün olduğunun,aslında aynı dönem ruhunun farklı şekillerde dışavurum olduğunun farkında bile değiller. Bunu burada birarada deneyimlemek çok hoş,

-Biz bu sınırlar dahilinde, böyle düşünerek yetiştirilmişiz. Hep ayırt etmeye hep bir şeyi seçmeye yönelik yaşamışız. Kendimiz de bunu içselleştirmişiz ve hayatı da böyle yaşıyoruz. Bu maalesef bu toprakların kimyasına karışmış durumda. Halbuki ayırt edilemezler vardır. Aslında birlikte işliyor ve birlikte var oluyorlar.

Aynen. Bu birliktelik bizim tüme varmamızı sağlıyor.Gözden kaçırdıkları,aynı dönemde yaşayan sanatçıların,eserlerinde benzer şeylere kendilerine göre verdikleri reaksiyon. Gözden kaçırdıkları zamanın ruhu.
Burada yaptığınız kuşaklara ayırma ve dönemin farklı eserlerini bir arada vermek bu açıdan gerçek bir deneyim yaşatıyor. Döneme olduğunca dokunabiliyor ve içinde gezebiliyoruz.


Sarp Bey’in büyük bir koleksiyonu var. Peki koleksiyonu Modern Sanat’ın hangi dönemlerinden eserler barındırıyor?

-1950-70 döneminden itibaren Modern Sanat’tan Çağdaş Sanat’a evrilen ve genişlemekte olan bir koleksiyonu var. Koleskiyon 50’lerden itibaren başlıyor ve 1992 doğumlu genç bir sanatçımızın eseri de var burada.(Asya Tok, Giyotin, 2014, Ahşap, metal ve alçı) Böyle genç bir sanatçının eserine kadar geliyor. (Koleksiyon kataloğunu inceliyoruz..)


Hem de günümüz ruhunu yansıtması açısından da ilgi çekici bir müzeyle karşı karşıyayız. Modern Sanat’ın başlangıcı, ardından 70’lerle birikte artık Çağdaş Sanat’a varış ve değişen dünyanın, teknoloji çağının getirileri olmakla birlikte sanat bir “sakinlik-durağanlık” dönemine girdi. Ve şimdi dünyanın şu anki konumu, bu karmaşalar, gerginlikler dönemi doğal olarak sanata bir hareketlilik getirdi. Modern Sanat’ın belli bir döneminden günümüz sanatına varan bu koleksiyon ve müze -ileride bu dönemi nasıl adlandıracaklar bilemiyorum ama- bu geçişi göstermek açısından da burada çok önemli bir yere sahip olacak.


-Hakikaten öyle. Bu bina “kaldığı sürece” böyle olacak. Bizim görebileceğimiz yakın gelecekte bu varlığını devam ettirmesini dilerim. Ankara insanı bir yere kadar besliyor, hem de karşısında İstanbul gibi bir şehir varken. İnsanlar buna ulaşabilmek için İstanbul’ a gitmek zorundaydı, artık burada da bir anlamda bunu deneyimleyebilmeleri için bir çağdaş sanat müzesi var.


Ülkemizin sahip olduğu kültür mirası insanımızla organik bağlara sahip ve herkes bir şekilde bu coğrafyanın geçirdiği kültür evrelerine öyle ya da böyle aşina. Ancak konu Modern Sanat’ın evreleri olduğunda yerleşmemiş bir şeyler var. Modern ve Çağdaş Sanat’a dair doyum sağlanamamış durumda. Bunun için akla İstanbul Modern geliyor öncelikle ama o da çok uzun bir geçmişe sahip değil hala “yeni” bir girişim ve İstanbul’da. Galeriler ve sergiler,kişilerin ilgi ve sanat görgüsü doğrultusunda ulaşabildikleri yerlerde sanatın bu evresini hissetmeye çalışıyorlar ve CerModern, sürekli bir koleksiyonu yok, çeşitli sergilere ev sahipliği yapıyor. Contemporary İstanbul’ u ise büyük bir şans olarak görüyorum ancak orada da muazzam bir kitle var onları aşabildiğiniz ölçüde eserlere kavuşabiliyorsunuz ve daha onu hazmedemeden diğerine ve bir diğerine. Bu müthiş bir his olsa da bir yandan tamamlanamamış oluyorsunuz çünkü sergi çok büyük herşeyi görme arzusu ve bu oradaki herkeste var. Öte yandan Müze Evliyagil; hem Ankara’da ve buranın ağırbaşlı havasının içinde sakinliğinde yer alıyor hem de müze olduğu için insanlara daha doyurucu bir deneyim sağlıyor.

-Evet,burada yaşadığınız bir “tecrübe”. Burada ziyaretçilerimize tam anlamıyla bir tecrübe yaşatmak için duyularına yönelik bir birliktelikle onlara eserlerin sunumunu yaptık. Buranın atmosferi, eserlerin sıralanışı, video eserler, hepsinin uyumlu karışımıyla karşılaşıyorsunuz. Bu dört duvara girdiğinizde bir sürü şeyle karşılaşıyorsunuz ve her birinin elinde çekiçler var, amaçları size vurmak. Böyle hissettirmek ve eserlerin gücünden faydalanmak. Bu açıdan düşünüldüğünde örneğin fuar herşeyin bir arada çığlık attığı bir yer. O bambaşka bir deneyim.

Peki buradaki ilgi nasıl?Ankara’nın yerleşik sanat kitlesinin Modern Sanat’a yaklaşımını merak ediyorum. Çünkü biliyorsunuz Ankara’da bir sanat kitlesi vardır,bir müze kitlesi vardır. O insanlar neredeler en ufak bir fikrim yok ama özel günlerde,konser,sergi ve tiyatrolarda birden çıkıveriyorlar.

-Müze şehirden uzakta çok özel bir konuma sahip. Bu yüzden yeni olmasının yanı sıra konumu nedeniyle de henüz beklediğimiz kadar değil. Ancak günden güne daha da fazlalaşıyor.

Müze şehir merkezine uzak,ama bu konumun seçilmesinin önemli bir nedeni olduğunu görüyoruz. Burası Sarp Bey’in babasının adını alan bir sokak, hem de kendileri de bu konumda yaşıyorlar,


-Evet,burası çok kıymetli bir aile yadigârı..

Ziyaretçilerin merakı olsa da,insanların gelişi de imkânlar dahilinde oluyor. Ülkede bir şeyler yolunda gitmediğinde ilk vazgeçilen kültür-sanat oluyor,


-Aslında ben böyle olduğunu düşünmüyorum. Yani bizim eğitim sistemimizde böyle olageldiği için durum bu şekilde sonuçlanıyor açıkçası. Kültür endüstrisinin yerleşik olduğu ülkelerde bu onların zaten normal yaşantısına dahil olduğu için böyle olmuyor. Orada Sanat Tarihi ilk öğrenimlerinde aldıkları bir ders ve müzeyi okuldan önce tanıyorlar, bu aile ortamında yerleşen bir yaşam tarzı onlar için. Bizim ülkemiz için örnek vermek gerektiğinde de, sinema ve tiyatro da değil, bayramlar geliyor aklıma mesela eş değer bir örnek olarak. Bu bizim çocuklukta öğrendiğimiz, yerleştirdiğimiz bir şey. Bunu hayatınızdan çıkarabilir misiniz? İşte o insanlar için de müzeye gitmek, sergi gezmek, sanatla haşır neşir olmak zaten hayatın bir parçası ve bu yüzden onlar vazgeçmiyorlar. Bu normalde de vazgeçilmeyecek bir şey olmalı. Ama bir de safın öbür tarafından bakmak gerekiyor. İnsanlara sanat ulaşılmaz, anlaşılmaz fikri yerleştirilmiş. Bundan sadece belli kesimler anlar, sanat elitistlerin yaşamından bir parçadır gibi yansıtılmış ve insanlar da bunu benimşemişler maalesef.

Aslında sanat eserlerinde bir insanın yaşayışı,yaşamı anlayışı ve yaşadıklarını farklı yollarla aktarması söz konusu. Sanat üretiminde bulunmayan insanlar örneğin gün içinde yaşadıklarını nasıl konuşarak aktarıyorsa,sanatçı da kendi yaşadıklarını heykelle anlatıyor.


-Burada insanlara aktaramadığımız şey şu, aslında bu insanlar da senin yaşadıklarını ya da yaşadığına benzer şeyleri yaşadılar, düşündüler. Hem de örneğin bu toprak üzerinde, buradaki eserde sen varsın, burada da sen varsın, senin hislerin var.

Bununla tırnak içinde ilgilenen bazı insanların da yaklaşımıyla alakalı da biraz. Bu yüzden insanlar sanıyor ki müzeye gittiklerinde karşılaştıkları şeyi anlayamayacaklar. Sizin de söylediğiniz gibi,aslında orada olanın kendileri olduğunu bilseler, kendilerini bulacaklarını bilseler farklı olacak.


-İşte bu müzenin en büyük ödevi de bu. İnsanları çekinip uzak kalacağı değil de onları çeken, kucaklayan bir yapıya sahip olması.İnsanların burada kendilerine ait bir şeyler bulabilmesi. Herkesin içselleştirme süreci farklıdır, burada bu imkanları oluyor ve buradan olumlu hissederek ayrılıyorlar. Diğer sergilerde ya da galerilerde böyle bir sakinlikte ve uzun süreçte bunu deneyimleme şansları olamayabiliyor.

Biraz klasik bir söylem olacak ama siz burada sanatı toplum için yapıyorsunuz,


-Aynen, sonra da sanatı sanat için yapacağız. Önce sanatı topluma tam anlamıyla bir hissettirelim sonra topyekûn sanatı sanat için yapacağız. (Gülüyoruz)

Asya Tok
Giyotin, (2014)
Ahşap, metal ve alçı,
136x126x45 cm

Çok merak ettiğim bir soruya gelelim,bünyenizde sanat tarihçisi çalışıyor mu?


-Bir sanat tarihçisiyle çalışmıyoruz. Ancak bahsettiğim gibi bu müzede ve koleksiyonun yönünde  emekleri geçen değerli bir dost meclisi var diyebiliriz.

Ve sizden bahsedelim Can Bey,


-Fotoğrafla ilgilenen bir sanatçıyım. Görsel olan şeylere ilgim hep vardı. Fotoğraf sanırım biraz biriktirmekle alakalı olduğu için daha çok fotoğrafa yöneldim.

Fotoğraf çok geniş bir yönelim alanına sahip,galerilerle yolunuz nasıl kesişti peki?


-Bunu sadece fotoğrafla sınırlamak istemiyorum aslında, fotoğrafla ilgilenen bir sanatçıyım demek daha doğru. Çünkü sanatın farklı alanlarına da yönelme eğilimi olan bir sanatçıyım. Fotoğraflara bakışım da sadece yakaladığım an değildir, klasik duruşun dışında olarak keser, yapıştırır farklı işler ortaya çıkarırım. Galerilerle de ilk tanışmam 2009-2010’da İstanbul’a yerleştiğim dönemde oldu.

Yanıt Bırakın