Skip to main content

Sırılsıklam olmuş paltosunu sıkıca sarınıp yere kadar uzanan meşe dallarının arasından sürünüp kendini bir kuytu ağaç kovuğuna atıp sırtını koca meşeye dayadı. Yıllardır sırtından çıkarmadığı eprimiş paltosunun etekleri çamurla dolup taşlaşmıştı. İliklerine kadar işlemiş yağmuru bile fark edememişti düşe kalka yürürken, eprimiş parkesi kafasına geçirip ufak sıcak bir oluşturdu kendine. Nefesiyle bir sıcaklık hissetti yüzünde, bir daha bir daha derken hayallere dalıp gitti. Yıllar evvel çocukluğunda ninesinin kahverengi, ufak bir çocuk boyunda, üç ayaklı yuvarlak uzun sobasının üstüne her akşam su koyduğu güğümünden çıkan buhara da yüzünü böyle dayar, öylece durup içine çekerdi buharı. Gecenin karanlığında aralık ayının 15. günü yağan yağmurun altında ıslak, soğuk ve çamura batmış parkesiyle kurduğu minik çadırında uyuya kalmıştı. Bir anda beyninin ortasını yarıp geçen canavarca bir siren sesi duydu, çığlık çığlığa açtı gözlerini. Vahşi hayvan gibi böğürüp gelen sesten ürkmüş, irkilip kendine gelince yük treninin geceyi yırtan sirenini fark edebilmişti ancak. Durmak bilmeyen sirenin sesine uyanıp elini siper etmişti ki kurduğu alarmının sesi olduğunu uyanınca fark etti. Dün geceden beri 37,5 derece ateşler içerisinde kıvranıyor, bir terleyip bir üşüyor ne yapacağını bilemez vaziyette bir sağa bir sola dönüyordu. Balyozla vurulmuşçasına ağrıyan kafasına ne yaptıysa geçiremedi ağrısını. Saat sabahın dokuz buçuğu olmasına rağmen yatağından kalkamadı; halbuki aylardır peşinde koştuğu işi için sonunda bir fırsatını yakalamış ve toplantı ayarlamıştı; lakin yatağa bağlanmış zincirlerinden bir türlü kurtulamadı, bedeninin her zerresi uyuşmuş, zonklayan kafasının içinde bir tek beyni çalışıyordu. Denize dökülen petrole bulanmış kuşların bir tek gözlerinin göründüğü gibi beyni ışıl ışıl çalışıyordu. Derken düşüncelere daldı. Fiziksel durumunun, salgıladığı hormonların, sağlığının düşüncelerini etkilediğini fark etti. Halbuki sağlıklı günlerinde olsa neler yaparım diye düşündü ve üst kattan gelen sesini duyduğu komşusuna okkalı bir küfür savurarak ‘Cehennemin dibine kadar yolun var şerefsiz bu saatte ne diye bangır bangır açıyorsun şu melanetin sesini? derken bağırıp bağırmadığının da farkında olmadı, belki de bağırmıştı ya da sadece bağırdığını düşünmüştü. Her neyse ne önemi var ki? Zaten yapıp yapmadığı arasında ne ayrım var? Evet sonunda karar verdi ve bedensel yapısının düşünsel yapısını da etkilediğini, hayata bakışını değiştirdiğini düşündü. Daha gençliğinin baharındayken babasını kaybettiğinde de aynı şeyi düşünmüştü. Ne önemi var ki yaşamın? İnsan neden yaşar neyle yaşar gibi milyonlarca soru sormuş da bir cevap bulamamıştı. Düşündü düşündü. Her zamanki gibi sonuca ulaşamadı. Sonunda yine başlangıç noktasına gelip durdu, önce var mıydım yoksa önce düşünmüş müydüm deyip dururken sonunda çıkış kapısının yolunu tuttu. Hastalıktan mıydı düşüncesini böylesine etkileyen yoksa düşüncesinden mi hastalanıp bu hale gelmişti gibi sonu gelmez sorularla kafası meşgulken zincirlerle bağlanmış ellerini kollarını, bacaklarını sürükleye sürükleye zar zor çıkarttı kapıdan. Kristal İş Merkezi’nin ikinci katındaki ofisine vardığında saat öğlen ikiyi bulmuştu. Geç de başladığı toplantı iki saat sürmüştü.   İki saat süren toplantıdan aklında kalan bir konu vardı; değişim…

Yanıt Bırakın