Skip to main content

 Ceren Gülaydın

Mimarlığın ne olduğu tartışması sıkça dile getirilir kimisi basitleştirip herkesin yapabileceğini söyler kimisi de yüceltip dünyayı yönetmeye eşdeğer tutar. Kimi de hala iç mi dış mimar mı der…

Mimarlık kısaca, yapı ve mekân tasarımıdır.

Aynı döneme ait yapıları incelemekle başlayalım. Hangi yapıları aynı kefeye koymalıyız; hangisini inşa eden müteahhit hangisini tasarlayan mimar; hangisi yaratım süreci, emek ve albeni barındırıyor? Toplu konutun varlığı tek tip bina üretimi; sanat mı, zanaat mı sorusunu gündeme getiriyor?

       

Eskiye gidelim biraz da;

Ünlü Romalı mimarlık kuramcısı Vitruvius MÖ 1. yüzyılda  başarılı bir mimarlık için gerekli üç bileşenden söz eder: “Firmitas, Utilitas, Venustas” yani “sağlamlık, kullanışlılık, güzellik”. 21. yy a kadar uzanan süreçte bütün mimarlık tanımları, içinde bu üç bileşeni barındırır.

Çağımız mimarlık kuramcılarından Roberto Masiero’nun dediği gibi, Mimarlık; maddeyi kendine tabi kılan sanat, nesnel sanat, ilk sanat, işlevsel sanat, etik sanat, yaşam için sanat, soyutlama sanatı şeklinde adlandırarak her zaman için ona özgül bir alan açmanın yollarını aramıştır” (1).

Peki mimari bir sanatsa her baktığımız yerde gördüğümüz binalar da sanat eseri mi? Bir kesim ise; sanatın bu kadar her yerde olamayacak kadar özel olduğunu söyleyip mimarinin sanat olmadığı görüşündedir. Sanat adına yapılmış her şey sanat eseri olmadığı gibi mimar yapsın yada yapmasın her yapı da sanat eseri değildir.

         

İşleri denklemsel olarak ifade edecek olursak. Zamanla;

Mimarlık=sağlamlık+kullanışlılık+güzellik

mimarlık=kullanışlılık+süreklilik(kalıcılık)+güzellik

Mimarlık = İşlev + (Strüktür + Konstrüksiyon) + Sanatsal Değer.

Mimari = (Bilim + Teknoloji) x Sanat

Mimari = Fonksiyon x (Strüktür + Konstrüksiyon) x Sanatsal Değer

Yirminci yüzyıla baktığımızda bir yapıda ki sanatsal değer, sıfıra yaklaştıkça mimari açıdan hayli değer kaybediyor.Sanatsal değer ifade etmiyorsa mimari değer de taşımıyor. Mimarlık tasarımı barındırdığından sanattan ayrı düşünülmemiş tam tersi beslenmiştir.

              

ROMA                                                                               SIDNEY

Kent ona ait olan yapıyla algılanabiliyorken bu güç göz ardı edilemez.

Peki şu an sokağa çıktığımızı hayal edelim ya da işe giderken geçtiğimiz yapıları… Çevremize baktığımızda eğer şanslı biri değilsek bu sanatı hissedemiyoruz. Bunu anlamak çok kolay çünkü instagram hesaplarımızda en fazla, bize güzel gelen tarihi binaların, çiçekli güzel sokakların fotograflarını çekip paylaşıyoruz. Doğan Hasol’a göre kötü binalarda iyi insan yetişmez.  herhangi bir kentin panoramik fotoğrafını inceleyerek, orada oturanların ekonomik, psikolojik, eğitimsel… her türlü durumunu anlayabiliriz. kentte meydan yoksa, demokrasi gelişmez. kaldırımlar darsa bireye saygı kıttır. yapılar çok katlıysa, kanser yaygındır. çünkü komşuluk ölmüştür. Binalar, insanlardan uzun yaşar. Peki biz nasıl hissettiriliyoruz ve nasıl şekilleniyoruz?

.

Bir ev, sokak, şehir içinde yaşayanları yönlendirmesiyle, yaşadıklarıyla şekillenir. Bu durumda her yaşayan karakterini katar ve yapıyı özgünleştirir. Zanaat içinde birden fazla üretimi barındırır ancak içinde yaşayanlar tek tipleşmedikçe her yapı birbirinden ayrıdır, özgün bir sanat eseridir.

KAYNAKÇA

Masiero, R., Mimaride Estetik, Dost Kitabevi, Ankara, 2006, s. 15

“The mother art is architecture” F.L.Wright

Özer, B. Kültür Sanat Mimarlık, YEM Yayın, İstanbul 2009, s. 175

A.G.Y., s. 176

Baş görselin kaynağı: 

 

 

 

Yanıt Bırakın