Skip to main content

Meczup ibaresi sözlük anlamıyla ele alınacak olursa ‘’Dünyâya aldırmaz duruma gelmiş olan kimse, cezbeli hak âşığı, deli, dîvâne’’ gibi kavramlarla ifade edilebilir.1 Kendi kelimelerimizle detaylandıracak olursak, meczuplar bedeni terk edip ruha yönelen, eşyayı ve maddeyi değil onlardaki hakikati arayan, kimi zaman kılıkları sebebiyle pejmürde görünen kimselerdir. Beldelerimizin ücralarında, sokak aralarında, mezarlıklarda onlardan bir ize rastlasak bile çoğu zaman varlıklarıyla sırlanan insanlardır. Hikmetli sözler söyler, sualler sorarlar. Biz onlara ‘’Şehrin Saklı Ruhları’’ dedik. Çünkü düşünce ve ruh adamları olan meczupları varlık davasının divaneleri olarak tanımladık.

’Dostum üşüyorum dedin -üşüme
Korkuyorum -korkma
Kaçıyorum -kaçma
Ürperiyorum düşünceden -ürper’’2

Meczupların yaşadıkları alemi belki muhayyilemizde rüya alemi olarak canlandırabiliriz. Bazen zaman üstü bir zaman, bazen bu dünyaya ait olmayan bir ses, bir soluk. Fakat ne kadar çaba sarf edersek edelim çağa ait kelimelerle ifade etmesi pek güç bir meçhul diyar.

İçindeki meczup hikayelerine yer vereceğimiz İstanbul’un 100 Divanesi kitabının yazarı Nurullah Koltaş, meczupları ve onların alemini bu çağ diliyle anlatmanın zorluğuna dair şunları söylemiş: ‘’Modernitenin kolayca anlamlandıramayacağı ve salt fizik temelli zahirî yaklaşım, divane ya da meczuplara yönelik metafizik ya da bâtınî yaklaşımı dışarıda bırakma eğilimindedir. Oysa yüzyıllar geçse de zihin ve gönüllerden silinemeyen bu nâm, bir bakıma fiziği aşan bir boyutta ihtiva edilir. Divane ve meczuplar, yaşamış oldukları muhitin kimine göre manevi koruyucuları kimilerine göreyse maskotlarıdırlar.’’

‘’…İşte böyle meczup oldum ben. Özgürlüğü ve huzuru buldum meczupluğumda; yalnızlığın özgürlüğünü ve anlaşılmamış olmanın huzurunu. Çünkü bizi anlayanlar içimizdeki bir şeye de egemen olurlar.’’3

19. yüzyılda yaşayan Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’in Eski Zamanlarda İstanbul eserinde meczuplar hakkında yazdığı bölümden birkaç satır:

‘’Yakın zamanlara kadar gürûh-ı mecâzibden birçok adamlar cuma günleri ve kandil akşamları Eyüp’te toplanırlardı. Mahall-i ictimaları Akgömlek Mehmet Efendi Kabri ve Beşir Ağa Türbesi yanları idi. Bunlar seele kıyafetinde perişan bir hâlde olup, kimi gündüz elinde koca bir fener dolaşır, kimi de daima çubuk içerek gezer, diğeri baş açık, ayakları çıplak muttasıl koşar. Öbür elinde asa ayağında yüksek nalın olarak ağır ağır geşt-ü güzâr eder. Bazısı hiç söz söylemez, sükûtîdir. Öbürü ale’d-devam bir şeyler söyler, bağırır. Başkası “hû” çeker, başını sallar, dervişlik eder. Cümlesinin üstleri, başları pis ve mülevvesdir.’’4

İki ayrı meczup hikayesi:

Taşçı Delisi
Divanelerin özelliklerinden birisi de acı dahil bedenle alakalı hususlara değer vermemeleridir. Belki de bu hal, bedenlerini ruhun bir zindanı olarak telakki etmelerinden kaynaklanmaktadır. Taşçı Delisi olarak bilinen zât da bu hali dikkat çekici bir biçimde yansıtmaktadır.
Taşçı Delisi, Edirnekapı dışında Sırat Tekkesi olarak bilinen Mezarcılar Tekkesi’nin duvarına birkaç taş dayadıktan sonra şiltesine elli ya da altmış gram ağırlığında kırk kadar çivi düşer ve gün batımının ardından o deliğe sokulur. Bedeninin yarısı dışarı sarkacak biçimde çivilerin üzerinde uyur.
Bu kovukta kırk yılı aşkın bir süre gecelediği rivayet edilmektedir.5

Bülbül Divanesi
Eyüp Sultan muhiti, divaneleriyle ünlüdür. Muhitin yoğun manevi atmosferi, ilahi çekime kapılmış birçok kişiyi de buraya toplamıştır. Divaneler ya da meczuplar toplum hayatının en renkli simalarıdırlar. Bu yüzden de nesilden nesle aktarılan menkıbelerin de ana figürleri arasındadırlar.
Bülbül Divanesi, Eyüp civarında yaşamıştır. Bülbül ismi, yaz kış elinde dolaştırdığı kafes ve içindeki bülbülden gelir. İşin ilginç yanı, tüm bülbüller baharı müjdelercesine bahar mevsiminde öterlerken, bu divanenin bülbülü esrarengiz bir biçimde şiddetli kış günlerinde öter.6


Bu yazıda ‘’Meczup’’ kavramını yakından incelemeye çalıştık. 01/05/2020 tarihinde yayınlanması planlanan ikinci bölüm meczuplara dair şiirlerle ve hikayelerle süslü olacak. Muhayyilenizde yeni bir pencere açmış olmayı umarız ve sağlıklı günler dileriz.

*Öneri köşesi: Sadık Yalsızuçanlar’ın Deli Nuri hikayesi, Nisan Kumru seslendirmesi ile

https://podcasts.apple.com/tr/podcast/sesli-kitap-nisan-kumru/id1463029512?i=1000461600379

1 Kubbealtı Lügatı

2 Cahit Zarifoğlu, Ağaçlar

3 Halil Cibran, Meczup, İş Bankası Yayınları 9. Basım Şubat 2019

4 Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, Kitabevi Yayınları 5. Baskı 2017

Yayına hazırlayan: Ali Şükrü Çoruk

5 Nurullah Koltaş, İstanbul’un 100 Divanesi, İBB Kültür A.Ş. Yayınları, 2016, Sf. 66

6 Nurullah Koltaş, İstanbul’un 100 Divanesi, İBB Kültür A.Ş. Yayınları, 2016, Sf. 85

Yazarımız Betül Aksakal’a teşekkürlerimizle.

5 Comments

  • Zeynep dedi ki:

    Güzel bir seçki olmuş. Serinin devamını merakla bekliyorum.

  • Nazlı dedi ki:

    “… belki de bu hâl, bedenlerini ruhun zindanı olarak telakki etmelerinden kaynaklanmaktadır” devamını bekliyoruz

  • Emine dedi ki:

    Yazarın, “Ne kadar çaba sarf edersek edelim çağa ait kelimelerle ifade etmesi güç bir meçhul diyar” dediği merhaleye, yine yazarın “Şehrin Saklı Ruhları” diyerek seslendiği bir çınılamadır bu çalışma, kim bilir kimlerin, kimlerin kulaklarında…

  • Ravzanur dedi ki:

    “Çünkü bizi anlayanlar içimizdeki bir şeye de egemen olurlar.”
    Şehrin Saklı Ruhları… Bu tadın damağımızda kalmamasını temenni ediyorum zarif dostum .

  • Yağmur dedi ki:

    Ellerinize sağlık, çok güzel bir derleme olmuş. Yazılarınızın devamını bekliyoruz

Yanıt Bırakın