Skip to main content

Alaattin Cem Özdemir

Sinemanın özgür bir alan olduğunu kabul edebilmek mümkündür. Fakat bu özgür alanın bile kendi içinde tartışılamaz kaideleri söz konusudur. Bu kaidelerden birisi de Woody Allen’dır.

Açık alnının tam ortasından çıkan kıvrımlı saçı, kemik çerçeve gözlükleri ve muzip gülüşüyle her sinemaseveri tebessüm ettiren sevimli bir şahıs. Beyzadelik makamını soyundan ötürü değil de yaptığı işlerle hakeden bir zat-ı muhterem. Soyu demişken; kendisi Ortodoks Yahudi bir ailenin büyük oğlu olarak Brooklyn’de dünyaya geliyor. Zaten bizzat başrolünü oynadığı filmlerin bir kısmında bu tip ailelerinin parodisini sık sık işliyor. (Bknz. Love and Death, Bananas, Manhattan.) Bu da gösteriyor ki, Woody Allen yaşamın komik yönlerinden beslenen bir yönetmen. Komik derken, gülünen değil, sonradan hatırlandığında gülünen şeylerden. Bu sayede mizahı kullanarak protest yönünü de bizlere göstermiş oluyor.

1983 yapımı Zelig filmi de Woody Allen’ın mizahın içine müthiş bir şekilde yedirdiği protestolarının en iyi işlendiği filmlerinden. Protesto derken, ABD içindeki siyasi görüş ayrılıklarından bahsetmiyorum. Woody Allen, Zelig ve diğer filmlerinde tamamen modern dönem insanının davranışlarını eleştiriyor. Bu da onu evrensel bir yönetmen yapan unsurların en başında geliyor.

Filmin ana konusundan bahsetmek gerekirse, bir belgesel kurgusu üzerinden yürüdüğünü söyleyebiliriz. Citizen Kane’in bir üst versiyonu gibi sanki. Fakat Citizen Kane’deki gibi zengin bir medya patronuna değil de, aramızda yaşayan ve gerçekten Citizen olarak sayabileceğimiz bir adamın hikayesine yöneliyor. Leonard Zelig.

Leonard Zelig’in filme konu olmasının sebebi ise ilginç. Kendisi girdiği her ortamın görünüşüne bürünüyor. Yani şöyle açıklamak gerekirse, Leonard Zelig, geleneksel kıyafetler içerisinde iki İskoçla sohbet etmeye başladıktan hemen sonra istemsiz bir biçimde onlarla aynı görünüşe sahip oluyor. Ortodoks Yahudilerle sohbeti esnasında bir anda kafasında bir kipa beliriyor, sakalları çıkıyor ve onların görünümüne bürünüyor. Veya bir Asyalı’yla konuşması esnasında bir anda gözleri çekikleşiyor ve boyu kısalıyor.

Zelig filmde bir kişi olmasına rağmen filmin dışından, yani bulunduğumuz noktadan baktığımızda aslında modern insan kavramının büyük bir temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor. Kendine ait fikirlerden yoksun, girdiği kabın şeklini alan, bu kabın şeklini de içindeki madde olarak sayabileceğimiz fikirlerle değil de dış görünüşlerle algılayan.

Filmin yapımı 1983 olmasına rağmen filmin geçtiği zamanın elli yıl kadar eskilere dayanması, Woody Allen’ın dönem eleştirilerinden birisi olarak sayılabilir. Zelig’in varolmaya başladığı yıllar tam da modern insan dediğimiz figürün büyük kentlerde boy göstermeye başladığı yıllardır. Bu da yönetmenin mizahi bir çığlığıdır. “Elli yıldır değişmediniz be!” Filmi izleyen birisi de 1983’ten 2017’ye göre bir değerlendirme yapacak olursa, Woody Allen’ın eleştirdiği modern insan figürünün daha üst modellerinin günümüzde yaşadığının farkına varacaktır. Fakat bizim çığlığımızın ne kadar mizahi olabileceği şüpheli.

Woody Allen’ın Zelig karakterini yaratırken kendi hayatından beslendiğini bize söyleyen çeşitli ipuçları da var. Yani o da hayatının belli bir dönemini Zelig olarak yaşadığını kabul ediyor diyebiliriz. Filmde Leonard Zelig psikolog koltuğunda oturur. Hipnoz altındadır ve bulunduğu ortamın şekline bürünebilen Zelig’in oluşumunda etken olabilecek olayları anlatmaya başlar.

“Erkek kardeşim beni dövüyor. Kız kardeşim erkek kardeşimi dövüyor. Babam, kız kardeşim, erkek kardeşim ve beni dövüyor. Annem, babamı, kız kardeşimi, erkek kardeşimi ve beni dövüyor. Komşular ailemizi dövüyor. Aşağı bloktan insanlar, komşularımızı ve ailemizi dövüyor.

“Bir sinagoga gidiyorum. Hahama hayatın anlamını soruyorum. Bana İbranice cevap veriyor. İbranice bilmiyorum. Bana 600 dolar karşılığında İbranice öğreteceğini söylüyor.”

Burada Leonard Zelig’in bir nevi Woody Allen’ın hayatında olan iki olgu karşımıza çıkıyor. Toplum ve din.

Leonard Zelig’in sürreal hayatından Woody Allen’ın reel hayatına baktığımızda yazının başında belirtildiği gibi onun Brooklyn’de orta sınıf bir ailenin çocuğu olduğunu söylemiştik. Dönem Brooklyn’i New York’un varoş diye tabir edebileceğimiz semtlerini oluşturduğundan ve diğer New York’tan biraz daha farklı olduğundan dolayı, yaşanan hengâme ve yaşayan bireyler arasındaki anlamsız kavga Woody Allen’a ve doğrudan Zelig’e de etki etmiş gibi. Farkındaysanız, dövüyor derken sebebini hiçbir şekilde belirtmiyor. Bu karmaşa günümüzde de söz konusu. Orta sınıf veya orta altı sınıf mahallelerinde bir aykırı fikirli insanın olması onu doğrudan düşman haline getiriyor. Bu düşmanlık durumu da diğer aykırı fikirlerin kendisini bastırmasına ve bir Zelig haline gelmesine neden oluyor.

İkincisinde ise sinagoga giren Zelig var. Hayatın anlamını sorguladığı sıralarda bir ibadethanede alıyor soluğu. Bu anlattığı “kavga”lar silsilesi sonucunda gelişen bir sorgulama olduğu aşikar. Zelig’in her ortamın şekline alan Zelig olmadan önceki son çırpınışı. Fakat sonuç burada da bir hüsran oluyor. Çünkü ibadet hakkını doğru kullanabilmek için de bir gruba dahil olması veya parası olması gerekiyor. Parası olması için yine bir gruba dahil olması gerekiyor ve ondan sonra Zelig oluyor. Artık o tedavi sürecinin sonuna kadar dönüşen Zelig olarak karşımızda.

Woody Allen’ın yaşam algısı, gözlemleme yeteneği onun Zelig gibi karakterleri yaratmasındaki en büyük etkenlerden birisi. Yazının başında da belirtildiği gibi yaşamdan beslenen bir yönetmen. Bu doyum esnasında kendisine filmleri ile yardımcı olan Ingmar Bergman ve fikirleriyle yardımcı olan Kierkergaard’ı da unutmamak lazım.

Gerçekten  bizim de Woody Allenvari yapacağımız iyi bir gözlem, etrafımızın aslında birçok Zelig’le dolu olduğunu, ve acı bir gerçektir ki o Zelig’lerden birisi bile olduğumuzu bize gösterecektir.

Unutmadan; Zelig tedavi olabiliyor mu? Evet oluyor. Zelig aşık oluyor. Ondan sonra özgünlüğüne kavuşuyor. Özgünlüğün özgüvenle paralel olarak ilerlediğini anlatıyor bize Woody Allen burada da. O yüzden gizli mesaj mıdır bilemem. Zelig olmamak için aşık olmamız lazım.

Yanıt Bırakın