Alaattin Cem Özdemir
Dostoyevski’nin çok güzel bir Rus edebiyatı tanımlaması vardır. “Hepimiz Gogol’un ‘Palto’sundan çıktık.” Gerçekten öyledir Gogol’un “Palto”su. Kısacıktır. Bir çırpıda okunur. Ama cepleri o kadar geniştir ki bu paltonun, içine koskoca bir Rus edebiyatı sığar.
Gogol’un öncesinde Puşkin’in yaptığı Fransızvari aşk romanları bir değeri olsa da taklitten öteye gidememiş, Ruslar gerçek edebiyatlarına Gogol’un yazdığı bu eserle kavuşmuşlardır. Peki bu eser sadece kelimeleri zihnimizde tekrarladığımız zaman bize ne anlatır?
Akakiy Akakiyeviç yani Akakiy oğlu Akakiy’in başından geçen üzücü bir olay anlatılır Palto’da. Değersizliği doğumunda anlaşılmış, bir isim bile konulamadan babasının adı verilmiştir. Sonra da çağın gerektirdiği gibi bir memur olup çıkmıştır Akakiy. Petersburg’tadır. -Acıların şehri. Dostoyevski’nin nefret ettiği ama onsuz da yapamadığı şehir. Belki de onun bu nefreti de Gogol’un ,’Palto’sundan çıkmıştır, kim bilir? Çünkü yazarları hayata hazırlayan, onları gerçeklerle tanıştıran, yine yazarlardır.- İş yerinde her zaman dalga konusu olan Akakiy bir gün daireye giderken paltosunun eskidiğini ve onu artık sıcak tutmadığını fark eder. Terzi Petroviç’e gider, tamir ettirmek ister. Fakat aldığı yanıtla üzülür Akakiy. O mutsuz hali biraz daha katlanır. Yeni bir palto diktirmesi gerekmektedir. Fakat parası… O yoktur. Biraz dişini sıkar, zor günler geçirir. Yeni bir palto diktirir. Artık dalga geçilen değil, yeni paltosuna gıpta edilen Akakiy olmuştur. Onun adına bir davet verilir. İlk defa böyle bir duyguyu yaşayan Akakiy zor da olsa davete gider. O davetin çıkışında hayatının en büyük felaketlerinden birini yaşayacaktır. Yeni aldığı paltosu sokaklara kümelenmiş serseriler tarafından çalınır. Sonra bir şeye yaramayan şikayetler silsilesi derken bu acıya dayanamayan Akakiy hayata gözlerini yumar. “Petersburgh sanki daha önce böyle biri yaşamamış gibi hayatına devam eder,” sözlerini söyler Gogol bize o öldükten sonra.
Edebiyatın bir empati aracı olarak kullanılması ve yaşanmışlıklardan beslenmesi durumunu göz önüne aldığımızda bu hikaye aslında bize Akakiy Akakiyeviç’in hikayesini anlatmaz sadece. Onun dışında o dönem Rusya’sının ahlaki çöküşünü, ekonomik çöküşünü aynı zamanda siyasi çöküşünü de ortaya koyar. Bunu ilk farkeden Gogol olmuş olmalı ki, Dostoyevski yukarıda bahsi geçen tanımlamaya girişirerek Gogol’dan aldığı bayrağı kendi eserlerine taşımıştır. O da Gogol sonrası Rusya’sının ahlaki çöküşünü değil de çökmüş ahlakını bize sert bir dille anlatır. Bu dönem Petersburg’un çamur ve buzla kaplı sokaklarında fakirlik yüzünden cinayet işleyen insanlar, karısı tarafından dövülen adam, çok sevdiği paltosunun hırsızlar tarafından çalındığı için üzüntüden ölen birisi gibi karakterler sıkça karşımıza çıkar.
Peki bu ahlaki çöküşü bize hissettiren kısımlar neresidir? Öncelikle Akakiy Akakiyeviç’in memurluk hayatında maruz kaldığı dalga geçilmelerden bahsetmek gerekli. Kendisi hayat içerisinde silik bir karakter olmasından dolayı hiçbir şeye itiraz edemez. Sadece naif bir dille yalvarır. “Yapmayın.” Fakat Gogol’un gözlemlediği şey, bu yalvarışa karşı insanların daha çok baskı yapmasıdır. Bunun da sebebi ahlaki çöküşün her zaman, güçlü hissedenin zayıf hissettiğini ezmesiyle başlamasıdır. Akakiy Akakiyeviç o ezilenlerden yalnızca birisidir. Bu Rusya’daki ahlaki çöküşün kitaptaki yansımasıdır.
Aynı zamanda fakirdir de Akakiy. Diğer devlet memurları kadar fakir. Paltosu eskidiğinde yenisi almak için iki ay aç kalmış, daha sonra güçlükle ve şansla biriktirdiği bir parayla paltosunu diktirmiştir. Petersburg gibi merkez bir noktada çalışan memurun, bir palto için bu kadar dişini sıkması da Rusya’daki ekonomik çöküşün kitaptaki yansımasıdır.
Bunun dışında, Akakiy paltosunu diktirdikten sonra bir beyefendi gibi karşılanır. Onunla dalga geçenler içten içe onun adına sevinmişler, bir saygı duymaya başlamışlardır. Ama saygı duyulan Akakiy’in kendisi olmamıştır. Paltosu olmuştur. İsmet Özel’in dizelerinde vurgulayarak söylediği bir söz geldi aklıma orayı okurken. “İnsanın gölgesiyle tanımlandığı bir çağda, marşlara düşer belki, birkaç şeyi açıklamak.” Aynen bu durum vardır o dönem Rusya’sında. İnsanlar kendileriyle değil de gölgeleriyle tanımlanır.
İnsandan çıkıp devlet mekanizmasına baktığımızda yine bir kokuşmuşluk karşılar Palto’da bizi. Akakiy Akakiyeviç o davetin çıkışında paltosunu çaldırması, bu ekonomik çöküşün insanları asayişsizliğe ittiğini göstermektedir. Bu asayiş mekanizmasının çöküşüne işarettir. Bir suç işlenmiş, Akakiy de haklı bir vatandaş olarak suçun faillerinin yakalanması için emniyet amirlerine başvurmuştur. Sonuç, sıfır. Çünkü onlara ulaşmak için önemli bir kademede bulunan insanların yardımı gerekmektedir. Akakiy başını önüne eğmiş, doğruca kendi üstü olan bir memura yanaşmıştır. Fakat orada da kendisinin yardım edilmeye değmeyecek önemsiz bir insan olduğunun kestirilmesi Akakiy’in elinde hiçbir şey olmadan eve gitmesiyle sonuçlanmıştır. Bunun sonucunda Akakiy kahrından ölmüştür. Devlet mekanizması sadece pragmatist çıkarlar için hareket etmektedir.
Gogol’un bir çığlığıdır Palto. “Artık şunu bir düzeltin!”dir. Fakat düzelmemiştir. Gogol bu yardım çığlığını yaparken, Dostoyevski’nin belirmesi o çığlığın boşa gittiğinin bir göstergesidir. Çünkü Gogol’un aksine Dostoyevski artık bu yaşama adapte olan insanların kendi içlerindeki yargılamalarını anlatır. Gogol gibi ders alınacak bir hayat yerine, “öyle olmuş insanı” bize verir. Onlardan sonra da Gorki sahneye çıkar. Gogol’un yardım çığlığı, Dostoyevski’nin bu yardım çığlığına çözüm bulunamadığını kanıtlaması, Gorki’de sonuca ulaşır. O da bu kokuşmuşluğu kendi diliyle Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversiteleri’mde verir, Ana’da ise bunların sonucunu ortaya koyar. Bir ihtilal için çırpınan Ruslar vardır onun kitaplarında. Ana vardır, yaşlı, cahil, hayatının büyük bölümünü kocasından şiddet görerek geçiren bir kadın. O bile ihtilal için çalışmaktadır.
Peki, Bolşevik İhtilali nasıl oldu da Gogol’un Paltosu’ndan çıktı diyebiliyorum. Şöyle ki; edebiyat sadece bir okuma aracı değil aynı zamanda empati kurma aracıdır demiştim. Kendinden öncekiler ve çağdaşları gibi yasak aşkları anlatmak yerine, basit bir memurun hayatını anlatmayı seçen Gogol, insanlara o kişiyle empati yapma şansı vermiştir. Rus toplumunun zihnen Bolşevik İhtilali’ne hazırlanmasını sağlayan süreç de budur. Bu empati olayını kabul ediyorsak; Palto’yu okuyan bir Rus öğrencinin yaşadığı hayatı Akakiy Akakiyeviç’le benzerlikler kurarak fark etmesi bu zihnen gelişmenin ilk adımıdır diyebiliriz. Gogol yazdığı eserlerle bu bilincin gelişmesine fayda sağlamıştır. İnsanlar onun sayesinde pek çok kokuşmuşluğun farkına varmış, bu mekanizma içerisindeki yerini tahayyül etme şansı yakalamıştır. Uzun vadede değerlendirdiğimizde edebi bir eser, büyük bir ülkede bir ihtilalin gerçekleşmesini sağlamıştır. Tabi bu bir süreç. O ihtilalin gerçekleşmesinden sonra, Soljenitsin gibi Sovyet yazarları tıpkı Gogol’un yaptığı gibi sistemin kokuşmuşluklarını insanlara göstererek yeni bir zihin algısı ortaya koymaya başlamıştır. Bu da çok ayrı bir yazı konusu olabilir.
Sonuç olarak, sadece edebiyatın ondan çıktığını düşünen Dostoyevski bir elli yıl daha fazla yaşasaydı muhtemelen söylediği sözü, “Bolşevik İhtilali Gogol’un Paltosu’ndan çıktı.” diye söyleyecekti.