Skip to main content

Kamusal alan dediğimiz zaman düşündüğümüz yer genel olarak evin dışıdır diyebiliriz. Kadının ait olduğu evin dışındaki her yer erkeğe aittir ve kadın buralardan dışlanmıştır. Evin dışına taşan bu alandaki çalışmalar bu nedenle oldukça önemlidir çünkü bize evi, anneyi, kadını düşündürecek ve böylece dışlanan kadın belki de fark edilebilecektir. Bu bağlamda kavramsal sanatla beraber ele aldığım bazı projeleri anlatarak kadının rolünü ve yerini aktarmaya ve kendi yorumlarım neticesinde bir sonuca varmaya çalışacağım.


Kadının kamusal alanda yer almasına ilişkin tarihi sürece bakıldığında neredeyse tarih boyunca kamusal alandan dışlanmış ve özel alan içerisinde yaşaması gereken bir varlık olarak değerlendirilmiştir. Bu durum, kadının eril tahakküm karşısında ikincil konumunu sürekli pekiştirmektedir. Kamusal alanın temellerinin oluştuğu Antik Yunan’a dönüp bakıldığında yurttaş olabilmenin gerekçesinin toprak sahipliği olduğu, silah kullanma hakkına sahip olan erkeklerin yurttaş olarak kabul edildiği ve bu bakış açısıyla kadınların yurttaş olabilmelerinin imkânsız olduğu görülmektedir. (Ağaoğulları, 2000) Kadının yaşamsal alanı aile içi mekânda kalmış ve özel alan olarak adlandırılan ve sınırları kesin olarak belirlenmiş bu alandan öteye geçememiştir. Gündelik hayatın içinde kadınlar politik alanın da dışında bırakılmaktadır. Bu durum ise erkeğin elinde bulundurduğu iktidarı daha da fazla güçlendirmektedir. (Bora, 2015) Rasyonel ve karar verme yeteneğine sahip erkek kamusal alanın temel öznesi olarak iktidarı elinde bulundurarak ve otoriteyi kullanma hakkına sahip olarak iş yaparken bunun karşısında kadınların işi ise özel alanla ilişkilendirilen ev içerisinde kalıp çocuk doğurmaktan ibarettir. (Berktay, 2012)


Kavramsal Sanat bunu metaforik bir bağlamda ele almış ve bu noktada eserler vererek bize yeni bir pencere, yeni bir bakış sunmuş izleyicinin nesnesi olan kadın artık izleyicinin anlaması gereken bir role bürünerek sesini duyurmaya çalışmıştır. Bu sesini duyurma konusunda incelediğim önemli projelerden ilki Hale Tenger’in “Face to Face” isimli bir kamusal sanat projesidir. Hollanda’nın Tilburg kasabasında bir sergi olur ve sanatçı bu çalışma ile katılır. Bu proje için 2001 yılında o kasabadaki bir binanın yan cephesini kullanılır. Binada sağır bir duvar, üstte iki tane küçük pencere vardır. Yan cephesini gördüğümüz binanın karşısına denk gelen yere bir kulübe koyulur ve kulaklık takılı bir cihaz üzerinden bir kadının hikayesini anlatır. Bir “duvar” hikayesini anlatır, bir nesne, kör bir duvar konuşmakta, sesini duyurmaya çalışmaktadır. Bu bir kurgusal hikayedir. Binaya ses veren kişi Füsun Onur’dur. Kadın binayla özdeşleştirilmiş, bir binanın yan cephesinden konuşur şekilde kişileştirilmiştir. Kadın bir duvar gibi konuşur, bir insan gibi…

“Ben yan yüzüm, yani benim adım bu. Gözümün altındakiler gözyaşı izleri değil, ağlamayı çoktan bıraktım.140 yılı aşkın sürede o kadar iyi günüm kötü günüm oldu ki artık kolay kolay heyecanlanamıyorum. Ön yüz gibi sırf makyaj da yapmam. Diğer tüm duvarlar gibi ben de içeriyi dışardan gizlemek için yapıldım. Dolayısıyla varoluş sebebime ihanet etmeyeceğim. Arkamda olan bitenlerden bahsetmeyeceğim. Ben şanslıyım çünkü bugüne kadar kimsenin aklına beni yıkmak gelmedi. Savaşlara dayandım. Yıllar geçtikçe yalnız olmaktan daha memnun olmaya başladım. Sabahları onca çocuğu işe giderken görmek içimi parçalıyordu. O yüzden yan yüzde olmak beni çok mutlu ediyordu.


Dediğim gibi eğer her şeyin ortasında oturursanız birçok şeyi kaçırırsınız. Mesafeli olmak iyi bir şeydir. Mesafe algılamaya, incelemeye fırsat tanır. Mesela insan dört duvarı bağlayan kararlar dışındaki kararları nasıl alır? Doğru kararı nasıl verebilir?.Kendimi, başkaları adına karar alırken hayal bile edemiyorum. Çoğunluğun desteğini almış bile olsan ya gelecekteki olaylar azınlığın söylediklerini dinlemiş olman gerektiğini ispatlarsa? Yüzyılın tanıklığı bana bir şey öğretti: Güç kirli bir şeydir. Güçlü olan, durumundan memnun bile olsa geride kalan mutsuzlar yeterinden fazladır.Sizi temin ederim ki güç şans getirmez. Ah, evet “Tabii sen yan yüzsün onun için böyle konuşuyorsun, o senin defans mekanizman salak şey.Hiç yüz yıllık ömründe bir kere olsun ön cephede olma şansın oldu mu ki?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Valla pek emin olamıyorum. Belki de ön cephe olmak istemişimdir ama ön yüz olmam o trajik geceki olayları engelleyebilir miydi? Ah! Bundan bahsetmemem gerekiyordu… Kimseyi kızdırmak istemem, ne olacağı belli olmaz. Gördüğünüz gibi siz beni sadece bir duvar gibi algılasanız da, üstelik bir yan duvar, ben de sizin kadar yaşamak istiyorum… O geceye dair en ufak bir ip ucu vereceğimden değil, ama sizlere sormak istiyorum, sokak kapısı önünde olanların görgü tanığı olsaydım bu neyi değiştirirdi ki? Zaten orada olanlar da içerde olup bitenlerin yanında önemsiz bir ayrıntıdan ibaretti. Karakterler de, olayların akışı da aynı olacaktı.

143 mü oldum 144 mü… Bilemiyorum. Ne önemi var ki şimdi? 20’li yaşlarda ipin ucunu kaçırdım.30’larda farkına vardım. Artık saymayı bıraktım…Daha fazla devam etmek istemiyorum; beni çok hüzünlendiriyor. Niye bahsettim ki ben bunlardan şimdi? Ha, ön yüz olmayınca bazı şeyleri kaçırıyor olmaktan…


Dün ön yüz gazetede okuduğu olayı anlattı. Her zaman kıskandığım noktalardan birisi bu, duyduklarıma inanayım mı inanmayayım mı? Bilemiyorum… Bazen bazı şeyleri uydurduğunu düşünüyorum. O her okuduğuna tamamen inanıyor ve doğruluğunu sorgulasam buna çok kızıyor. İngilizlerin kahve ile ilk ne zaman tanıştıklarını anlatıyordu haber…”

(Tırnak içinde ele aldığım alan videodaki sesten metne aktarılmıştır. Videonun linki elimde olmadığından tırnak içine alınarak diğer bölümlerden ayrılarak belirtilmiştir.)

Yazının tamamını aşağıda bulunan link üzerinden indirip okuyabilirsiniz.

Sıradaki gönderi

Yanıt Bırakın