Skip to main content

“Tabiat ile mimarinin, mimari ile insan ruhunun kaynaştığı bir cennet. ” Boğaziçi…

Boğaziçi, Asya ile Avrupa kıtalarını ayırırken; Marmara, Karadeniz ve Akdeniz’i bağlayan su yoludur. Stratejik konumu nedeniyle her dönem önemini korumuştur. Antik, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde nakil kanalı olarak işlev gören Boğaziçi’nde Bizans döneminde manastır, kilise mimarisinden, seyrek yerleşimli balıkçı köylerinden söz edilebilmektedir.

Bölgenin tarihi genel olarak Bizans ile başlatılsa da Boğaziçi kültürünün oluşturulması Osmanlı döneminde gerçekleşir. 15.yüzyılda Boğaziçi’nde yerleşim genellikle tarım ve balıkçılıkla geçinen köylerden ve saray mensuplarının yazlık, günübirlik kullanımları için yaptırdıkları yalı ve has bahçelerden oluşmuştur. Boğaziçi’ndeki yerleşim düzenine ilk biçimini veren II. Mehmet olmuş, 17. ve 18. yüzyıllarda en güzel devirlerine ulaşmıştır.

Boğaziçi denildiğinde akla gelen konut tipi yalıdır. Kıyı anlamına gelen yalı kelimesinin anlam değiştirerek bir konut tipini adlandırması semantik bir değişikliktir. Genel olarak yalıların bir yanı denize, diğer yanı koruya açılır, yalı ile koru bağlantısını sağlayan köprü de harem, selamlık, mehtabiye, grup köşkü, deniz hamamı, kayıkhane gibi, yalı kompleksinin birimlerindendir. Konutların aile bireyleri ve kadınlara ayrılan bölümü olarak tanımlanan harem, Bizans ve Ortadoğu geleneklerine dayalı olarak Osmanlı hayatı boyunca yalılarda da görülmüştür. Selamlık bölümü erken dönemlerde resmi işlerin yürütüldüğü bir birimken, Batı’dan gelen etkilerle eğlence ve sohbetlerin yapıldığı geniş ve aydınlık mekanlara dönüşmüştür. Harem ve selamlık bölümlerinin ayrı bölümler şeklinde düzenlen ve bağımsız girişleri olan örnekleri olduğu gibi, yapı içinde ortak bir sofa tarafından birleştirilen örnekleri de vardır. Yeniköy’deki Sait Halim Paşa Yalısı’nda tek bir çatı altında birleşen harem ve selamlık uygulamasının, Recaizade Mahmut Ekrem Yalısı’nda iki ayrı yapı şeklinde bir düzenleme mevcuttur. Dış cephesi ile tipik bir Osmanlı sivil mimari örneği olan Yılanlı Yalı, harem ve selamlığı ayrı yapılan 18. yüzyıl yalılarına örnektir, harem binası yanarak yok olmuş selamlık binası günümüzde mevcuttur.

Boğaziçi yalı mimarisinin tamamlayıcı öğelerinden olan deniz hamamları, gözlerden uzak denize girilebilen dört tarafı kapalı mekanlar olarak tanımlanmış, ilk olarak halkın deniz ve güneşten faydalanabilmesi için kurulmuş, daha sonra bazı yalı sahipleri tarafından yalılara özel yaptırılmıştır. Sadrazam Kadri Paşa Yalısı’nın 1967 yılında yıkılan, zamanında içinde bir fokun da yaşadığı bilinen kubbeli deniz hamamı ile Sait Halim Paşa Yalısı’nın kuzeyinde yer alan ve üç yönden denize girme imkanı sağlayan deniz hamamı önemli örneklerdendir.

Boğaziçi’nde yalı inşaatlarının başladığı ve hızla geliştiği dönemde deniz ulaşımının hakimi olan kayıklar ve kayıkhaneler de yalı kültüründe önemli unsurlardandır, kayıkhaneler rıhtımların alt kısımlarında yer alan tonozlu yapılardır. Eczacı Ethem Pertev yalısı, Debreli İsmail Paşa Yalısı, Faik ve Bekir Bey Yalılarının kayıkhaneleri kapatılmış, yıkılmış ya da farklı fonksiyonlar kazanmıştır.   

Boğaziçi yalıları, asma kat üzerinde denize çıkma yapan, iki katlı plan tipiyle dikkat çeker. Çıkmalar ahşap konsollar ile desteklenir. Zemin kat odaları servis odalarıdır ve daima aydınlık, ferahtır, deniz esintisi ile koru esintisi buluşur. Mehtap ve gün batımının oluşturduğu eşsiz manzara yalı kompleksinde küçük köşklerin yapılmasını sağlamış, tek odadan oluşan bu köşkler Avrupa yakasında “mehtabiye”, Anadolu yakasında ise “grup köşkü olarak” adlandırılmıştır. Yedi Sekiz Paşa, Hacı Ahmed Bey, Mahmud Nedim Paşa yalılarının bu fonksiyona sahip köşkleri yapılara ayrı bir estetik kazandırmıştır.

Boğaziçi, hem Osmanlı hem de farklı kültürlere ait mimari üslupların izlenebilmesi açısından önemlidir. 18. yüzyılda, Lale Devri’nde imara dönük faaliyetlerin yoğunlaştığı saray mensuplarının ve zengin kesimin yazlık konutlarını Boğaziçi kıyılarına taşıdıkları görülür. Sultan ve hanedan mensupları Beşiktaş, Ortaköy ve Kuruçeşme sahillerini tercih etmişlerdir. Batılılaşma ideallerinin somutlaştırıldığı Lale Devri kültürel açıdan bir dönüm noktası olmuştur. Klasik Osmanlı mimarisine yabancı Batı çıkışlı Neo klasik, Neo gotik, Ampir, Art Nouveau gibi üslupları Osmanlı mimarisi ile harmanlayarak uygulamışlardır. Rumeli yakası kıyı yapıları ve yalıları gayrimüslim kesimin ağırlıklı olduğu etnik yapının da etkisiyle batılı üslupların ahşap konut mimarisi ile kompozit örneklerini yansıtmaktadır. Fuat Paşa, Sandalciyan, Esma Sultan yalıları bu etkileşime örnek gösterilir. 19.yüzyıla kadar yapı malzemesi ahşaptır, yüzyılın sonlarında kagir yapılar inşa edilmeye ve Boğaziçi’nin o alışıldık görüntüsü değişmeye başlar. Kagir yapılar ahşap yapılara göre daha dayanıklı oldukları için günümüzde izlenebilmektedir.

19. ve 20.yüzyıllarda levanten ve batılı mimarların etkisi güçlü bir şekilde hissedilir. Örneğin Garabet Balyan tarafından 19.yüzyılda inşa edilen Bezmialem Valide Sultan Camii Boğaziçi’nin simge yapılarındandır, inşa edildiği alandan dolayı Dolmabahçe Camii olarak da bilinen yapının dış cephesi eklektik karakterini yansıtır. Barok özellikler gösteren hareketli cephesiyle ana yapı, ampirin sadeliğiyle hünkar kasrı… Ağırlık kuleleri ve zarif minareleri, Boğaz’daki konumu…

Gaspare Fossati, Rusya Sefareti projesi için Osmanlı topraklarına gelir. Yapı Grand Rue de Pera (istiklal caddesi) üzerine Pera sırtlarına yerleştirilir. Masif kütlesi, Neo Klasik üslubu, Boğaza hakim konumu, kent içindeki görünürlüğü ile Tanzimat Dönemi İstanbul’u üzerindeki etkisi, Fossati’lerin Osmanlı Devleti’nden önemli projeler almalarını sağlamıştır. Osmanlı Devleti’nin reform hareketlerini yönlendiren, yüzünü Avrupa’ya çevirmesi gerektiğine inanan Mustafa Reşid Paşa, Baltalimanı’nda bulunan sahil sarayının yapımını da İtalyan ekibe bırakmıştır. Boğaz yönünde geniş kemerli pencereleri, zemin kattaki mermer taşıyıcıları ile Neo Klasik detaylar dikkat çeker. Fossati Biraderler, gerçekleştirdikleri projeler ve Tanzimat ideolojisi ile değişmekte olan Osmanlı görsel ideolojisini, mimarlık yapıtlarında temsil etmişlerdir.

Tasarımı İtalyan Dışişleri tarafından D’Aronco’ya yaptırılan İtalyan Elçiliği yazlık binası, 20.yüzyılın başında Tarabya kıyısında, dönemin ahşap teknikleri özenli bir şekilde uygulanarak inşa edilmiştir. D’Aronco’ya yapının içinde ciddi ve resmi bir ifade yaratırken, dış cephesinde Boğaziçi pitoreskine katılan, çıkmaları ve saçağı ile yerel referanslara uzanan, ciddi simetrisi ve şaşırtıcı asimetrisi ile dikkat çeken bir Art Nouveau uygulaması göstermiştir.

Boğaziçi, mimarisi ile olduğu kadar kendine özgü sosyal dokusu, doğası, kültürüyle de önemlidir.  Boğaziçi tanımlamaları bile, yerleştirildiği özel yere işaret eder. Yahya Kemal Beyatlı “İstanbul’dan ayrı, kendi çerçevesi içinden görünen, yalnız kendine benzer iki sahil boyunca parça parça lakin hüviyetiyle yekpare bir şehir” olarak  Reşat Ekrem Koçu “İstanbul’da, İstanbul Boğazı ile iki kıyısını içine alan kent parçası” olarak tanımlar. Bu tanımlara “Boğaziçi Medeniyeti” denilen derin bir anlamsal boyut da işlenir ve Hisar, “en çok hatıra getirdiği Venedik gibi sanki bir göl tarzında kendi üstüne kapanmış ve kendine mahsus adetleri ve zevkleri olan büsbütün hususi bir alemdi. Barındırdığı an’aneler kendine has tabiatının hususiyetlerine katılarak ona, bazı kısımlarıyla eş bulunduğu İstanbul medeniyetinden bile ayrılan hususi bir medeniyet katar…” der.  Samiha Ayverdi de “Boğaziçi’nde Tarih” adlı eserinde İstanbul medeniyetinden bahseder. Ayverdi’ ye göre kökleşmiş bütün bir Boğaziçi hayatı, görgüsü ve üslubu ile toplumsal ve sanatsal hayatı etkiler. Saraylar, yalılar, köşkler, mahalleler, şiir ve musiki Türk İslam Medeniyeti’nden beslenen kendine özgü medeniyeti oluşturur.”

 Boğaziçi, şiirimize de yansımıştır.

Yahya Kemal,

“Birden kapandı ardınca perdeler,

Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye neredeler”

Faruk Nafiz Çamlıbel, Tevfik Fikret’in “Sis” şiirine de gönderme yaparak

“Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta

Mazi gibi sislenmiş Emirgan, Çınaraltı”

Anlaşıldığı üzere 20.yüzyıldayız ve İstanbul ile birlikte Boğaziçi’nin de kayıplar verdiği zamanlardayız. Yeni yolların yapımında yıkılan tarihi yapılar, göçlerle birlikte gelen problemler rant kavgaları sonucu bilinçli şekilde yakılan yapılar, zarar gören doğa, “Boğaziçi Yasası” ve yasalara uydurma çabaları! 21.yüzyılda da devam eden benzer sorunlar… tüm bu olanlara rağmen hala güzelliğini korumaya çalışan Boğaziçi…

Bu değerli yazı için Nazlı TURAN’a teşekkür ederiz.

Sıradaki gönderi

Yanıt Bırakın